Ya kuru patlatıyoruz ya da ithalatı…
Bizim hiç mi dengemiz olmayacak? İhracatı törpülemek, ithalata bel bağlamak, stabl diye dövizle borçlanmak… Ne olacak bu halimiz bizim? “Bir kararda durmayalım / Gel dosta gidelim gönül” diyor Yunus Emre fakat bizim dosta filan gittiğimiz yok; ya kuru patlatıyoruz ya da ithalatı… Garip değil mi?
Dış ticaret verilerine bakıyoruz; Mayıs’ta yıllıklandırılmış tüketim malı ithalatı 51,7 milyar $ ile rekor tazeledi. Biz bir yandan ihracatçıyı “rekabetsiz kur” ile dövüp, getirdiği dövizinin %40’ını bozdurup yokuşa sürerken, ithalatçıya gün doğuyor. Hammadde, ara malı olsa neyse de tüketim malı bu…
YERLİSİ VARKEN YABANCI NEDEN?
Bu başlığı okuyanlar; acilen “yerli mali yurdun malı, herkes bunu kullanmalı” sözüne takılıp kaldığımı sanmasın. Elbette ithalat olacak. Ancak kantarın topuzunun kaçtığı da bir gerçek… Zaten enerji ithalatıyla cari açığın omurgası kalınlaşmışken tüketim malı ithalatı patlaması, endişe verici değil mi?
Oysa Anadolu’yu dolaşınca görüyoruz ki üretim kaslarımız son derece gelişmiş. Organize sanayilerde binlerce firmamız, ithalatı ikame etmenin ötesinde, dünyanın dört bucağına teknoloji yoğun, katma değeri yüksek ürün ihraç ediyor, dev firmaların hâkimiyetindeki kıtaları teker teker ele geçirebiliyor.
İKİ SORU İKİ CEVAP / Tüketime dair…
Yüksek büyümede durum nedir?
Bu yılın ilk çeyreğindeki %5,7’lik büyümeye bakıyoruz; tüketim kaynaklı büyümüşüz. Bu; büyümenin kalitesi konusunda bize tehlike çanları çaldırtıyor. Zira tüketerek büyümek; tükettiğin her ne ise “tükendiğinde” sen de tükeniyorsun. Tüketim ithalatından patlamaya bu kaygılarla bakmak lâzım.
Tüketimin enflasyon üzerindeki etkisi?
Görünen o ki enflasyonla mücadelede “pasif” yolu seçmiş hükümet. Bunun anlamı, anlamlı bir anti-enflasyonist politika izlemek yerine, sıkı para politikasıyla yürüneceğidir. Ancak 8 aylık uygulama gösterdi ki uygulanan; “kuru-sıkı” para politikasıymış ki enflasyon “resmi zirvesini” yapıverdi; %75.45.
NOT
SAHİ, BİZ NİYE BÖYLEYİZ?
En kötü emeklilik sistemine sahip ülkeler arasında 4’ncü sıradayız. Bizim önümüzde Hindistan, Filipinler ve Arjantin var. 90’lı yılların başında tıkır tıkır çalışan sistemi, seçim ekonomisine feda ettik, erken emeklilik icat ettik. Yetmedi EYT ile üzerine tüy diktik, artık 1,5 çalışan 1 emekliye bakamıyor.
Avrupalı haftada 36 saat (bizi kıskanan Almanya 34 saat) çalışırken biz 44 saat çalışıyoruz ama avara kasnak misali bu gayretimiz, kötü ekonomi yönetimi yüzünden harcanıyor. AB’de 1 saat çalışma ile ülke gelirine 29 $, ABD’de 40 $ katkı sağlanırken bizde bu rakam; sadece 5,5 $. 7/24 çalışsan ne fayda.
Araba almaya kalksan, kendine 1 tane alırken devlete 2 tane hediye etmek zorundasın. 96 bin akaryakıt pompası, adeta defterdarlık, vergi dairesi gibi. Block Chain teknolojilerine rağmen, 1600 notere servet bırakıyoruz onlar da %80’ini vergi olarak devlete veriyor. Sümerler bile vazgeçmişken.
Yine tüketim ithalatına dönmek istiyorum. Dün İtalya uçuşu öncesi Süleyman Orakçıoğlu’nu havalimanında yakaladım ve konuştum; “Avrupa’nın en büyük showroom’unu” açmaya gidiyormuş. Küresel marka üretebilen tekstilcimizi dinlerken, “yerlisi varken, yabancı neden?” sorusu zihnimde…
Sahi, biz neden böyleyiz? Enflasyonu yenemiyor, ya kuru ya da ithalatı patlatıyoruz? Sahi, neden?