“Vur vuranın, kır kıranın destursuz bağa girenin” düzeni
Kalkınma, refah, demokrasi, sosyal barış, birlik ve dayanışma gibi toplumsal alandaki sorunlarımızı “kasaba kültürünün” büyüttüğünü düşünenlerdenim. Düşüncelerimi paylaşmak için ilk yazıda “kasaba kültürü” dediğimde ne anladığımı açıkladım. İkinci yazıda, kasaba kültürünün asalak etkilerini azaltabilmek için “plan disiplini” gerektiğini tartıştım. Bu yazıda, kasaba kültürünün “hukuk bilinci” yetersizliğinden nasıl yararlandığı tartışacağım.
Tartışmaları kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanmanın gerek ve yeter şartları bağlamı nedeniyle gündeme taşımak istiyoruz. Hep birlikte biliyoruz ki, kasaba kültürünün egemenliğini kıramazsak, “vur vuranın, kır kıranın, destursuz bağa girenin” kol gezdiği bir ortama yuvarlanırız.
Güven yaratan ve saygı uyandıran bir çevrenin, kendi kaynaklarımız kadar dışardan gelebilecek kaynakları değerlendirmedeki önemini biliyoruz. O nedenle ilk yazıda özetlediğimiz “kasaba kültürü davranış özelliklerini” aşmamız ivedi sorunlarımızdan biri… Kasaba kültürünü aşmanın ana yollarından biri de hukuk bilincinin yükseltilmesi ve hukuk sisteminin işletilmesidir.
Kendimizi çalışmaya özen göstermeliyiz
Hukuk bilincinin üç temel bileşenini sık yazıyoruz: Birincisi, yasa önünde, makam, mevki, varlık ve diğer etkenlerin hiçbir etkisi olmaksızın herkesin eşit olduğunu başta yönetim erkini elinde tutanlar, ardından da hepimiz içselleştirmeliyiz. İkincisi, hukuk sistemi yapılarının içine hayat katan hâkimlerin bilgi ve uzmanlık, atama ve geçim için gelir düzeyi bakımından bağımsızlıklarını koruyacak koşulları yaratılmalıyız. Üçüncüsü de, yasalar yürürlükte olduğu sürece eleştiri hakkımız olduğunu, ama uymama hakkımız olmadığını hepimiz zihnimizde netleştirmeliyiz.
Ray Dalio’nun dediği gibi “Uğraşacağımız en büyük sorun kendimizi çalışmak ” olmalı.
Kendimizi çalışırken, kasaba kültürünün “kendi yanılmazlığına inanması nedeniyle savunma kalkanlarını” hemen kaldıracağını bilmeliyiz. Savunmacı anlayış tartışma gündemini saptırır. Tartışma gündemi, sorunun ne olduğu, daha güvenli yaşam için neye ihtiyaç bulunduğunu sorgulamaya odaklanmalı. Tartışırken, geçmişte ve bugün yapılan yanlışlar öne çıkarır; asıl sorunumuz olan gelecek inşasını arka plana itilirse ortak akıl odağından uzaklaşırız.
Konumuz hukuk sistemi ise, hâkimlerin atama ve yer değiştirme sistemini eleştirdiğinizde, hemen geçmişte yapılan uygulamalar ortaya sererek; “ tencere dibin kara, senin ki benimkinden kara” kısır döngüsün batağına sürüklenmemeliyiz. Sorgulamanın temel hedefi, yanlışları düzeltme arayışı olmalı, “haklı çıkma arayışı” polemiğinden uzak durmalı.
Hukuk sisteminde yapılarının içine hayat katan, hepimizin yaşamını güvende görmesini sağlayan “hâkimlerin bilgi ve uzmanlık yeterliliği” tartışma gündemimizde ilk sıralarda yerini almalı. Hâkimlerimizin yeterli bilgiyle donatıp, uzmanlıklarını artıracak yatırım yapılmadığı zaman “bilirkişi görüşleri” almanın sınırlarının genişlediğini bilmeliyiz. Bilirkişi sisteminin yararları kadar sakıncaları da enine boyuna sorgulamalı. Hukuk sisteminin, insan eliyle yürütülen “ aktif kontrol” yanında sistemin kendi kendini gözetlemesi ve denetlemesi olan “pasif kontrolü” alanın genişlemesinin yol ve yöntemleri ilgi menzilimizin dışında kalmamalı.
Hukuk bilincinin yükseltilmesinde bırakacağımız boşlukları “kasaba kültürün pastayı büyütme yerine mevcut pastadan pay kapmaya odaklı” asalak yaklaşımının dolduracağı da çok açık.
Hukuk sistemimize güvenin artması için “yasa yürürlükte olduğu sürece, eleştiri hakkımız vardır; uymama hakkımız yoktur” ilkesinin hayata yansıdığını toplumun büyük çoğunluğunun içselleştirmesi önemlidir. Çok somut ve yaygın biçimde “imar uygulamalarında” gözlenen, diğer birçok alanda da tanıklık ettiğimiz “kişiye göre uygulamaların” önüne geçmediğimizde, insanların sisteme karşı güveni azalıyor. Azalıyor, çünkü “kulak kirliliğine” dayalı söylenti toplumun derinliklerine kadar inebiliyor. “Arkan olursa, adamını bulursan yasa dışı uygulamalar yapabilirsin” algısı yayılarak güveni aşındırıyor.
Hukuk sisteminin boşlukları, hukuk bilincinin yetersizliği “yarı-legal ve formel ” yapılar oluşturuyor. Bu yapı serbest ve adil piyasada şans eşitliği yaratan düzenden uzaklaşıp, haksız rekabet alanını genişletiyor. Hukuka saygılı olan, yükümlülüklerini yerine getirenler kaybederken, kayıt dışı ve teşkilatlanmamış piyasa oluşumları kazanabiliyor algısı derinleşiyor. Belirtilen algı, ülkemizdeki yatırımların tümüne caydırıcı etki yapıyor. Söz konusu etki, özellik de ekonomik büyümeyi yaratan, orta ölçekten büyük ölçeğe geçiş eşiğinde olan işyeri yönetimlerini etkiliyor. Öte yanda, adalet eski bakanı Cemil Çicek’in belirttiği gibi “Türkiye’ye yeteri kadar yabancı sermaye gelmiyor; gelmesi için devlete güvenmesi gerekir. Devlete güven esas itibariyle yargıya güvendir.” Yargıya güvensizlik başta yüksek yargı mercilerinin açıklamalarında yer alıyor. Oysa, yargının “ Yasal ve anayasal görevleri dışında iki önemli sorumluluğu daha var: Birincisi Türkiye’nin imajıdır. En küçük ilçede verilen bir yargı kararı bile birkaç saat sonra Brüksel’den yankı buluyor. İkincisi de, ülkenin daha hızlı kalkınabilmesi için yabancı sermayeye olan ihtiyacımız. Çünkü iç tasarruflar hızlı kalkınmaya imkan vermiyor, Yabancı sermayenin devlete güvenmesi gerekiyor. Devlete güven esas itibariyle yargıya güvendir.”
Artırma eğilimini güçlendirmeliyiz
Rıta Ungan’ın HBT’ın 265’inci sayısında insanlardaki “eksiltme ve artırma eğilimine” ilişkin haberinde belirtildiği gibi, insanların büyük çoğunluğu “eksiltme” eğilimlidir. Kasaba kültürü de bu eğilimden alabildiğine yararlanıyor.
Eğer “hukuk bilincimizi yükseltmezsek”, toplumumuzda “ mantığın ve rasyonalitenin sesi” olacak bireylerin gücünü artıramaz ve kapsayıcı kurumları ilerletemeyiz. Mantık ve rasyonalite gerileyince, kasaba kültürünün kurnazlıkları toplumun servet sermayesinin dağılımındaki eşitsizliği alabildiğine artırır.
Hukuk bilincinin yükselmesi, rasyonel aklın ilke ve kurallarına dayalı “işleyen kurumlarının” yaratacağı “kaynak kullanma verimini” her alanda dikkate almak gerekir. Bazılarının “nasıl olsa toplumun bir bölümü anlamıyor, ne yapsam yanıma kar kalıyor algısı” üzerine siyaset kurgusu yapmasını önler.
Belirsizlikleri azaltıp önümüzü görerek ekonomimizi yükseltmek istiyorsak hukuk bilinci en etkili araç olduğunu bilmeliyiz. Hukuk bilincini yükseltirsek, gelirlerimizin harcamalarımızdan daha az olmasının yarattığı “servet açığımızı” kontrol edebilir düzeylerde tutabiliriz.
Hukuk bilinci, banka hesapları, gayrimenkuller, menkul değerler, insan sermayemiz ve kurumsal kapasitelerimizden oluşan “stok akımı olarak servet kaynaklarımız ” artırır.
Hukuk bilincini yükseltirsek, kasaba kültürünün tuzaklarını kırar; demokrasimizi olgunlaştırır; toplumsal birlikteliğimizi derinleştirebiliriz; özgürlüklerimizi artırabilir, eşitsizlikleri yok edebilir ve dayanışmalarımızı en üst düzeye çıkarabiliriz.
GELECEK HAFTA: “Kıt menfaat toplumu” da kasaba kültürünü besliyor
Kaynaklar:
(1) CFR “Büyük güçlerin yükselişi ve düşüşü: Amerika, Çin ve küresel düzen” Turque diplomatique, S.144, Nisan 2021
(2) Hakan Güldağ ve arkadaşları, “ TOBYUM YK Başkanı Cemil Çiçek:” Yargı dışında etkin çözüm aranıyor” Dünya Hafta, 20-27 Ocak 2022