Vergi yargısında adalet arayışı
Bir süredir yargı kararlarını izliyorum. Özellikle istinaf yargılaması sonucunu oluşan kararlara bakıyorum. Gerçi Bölge idare Mahkemeleri bu kararları yayınlamıyor. Hatta en ilginci, İstanbul BİM uygulaması. Tektük yayınlanan kararlarda, kararın Esas ve Karar numaraları dahi yok. Ne atıf yapabilirsiniz, ne de emsal gösterebilirsiniz. Anayasa Mahkemesi ve AİHM, tarafların ismini dahi yayınlarken, Anayasal olarak yargılamanın (ve bence sonuçlarının dahi) aleniliği ilkesi varken bu derece içe kapanıklığı ve mahremiyet yaratılmasını, vergi ihtilaflarında “vergi mahremiyeti ilkesi”ni, “yargılamanın aleniliği” ilkesinin üzerine çıkarmanın gerekçelerini anlamakta zorlanıyorum. Ben incelediğim kararlara ancak, “Lexpera” adlı yayıncı kuruluşun sitesinden eriştim. Ticari bir site de olsa, adalete hizmet eden bir site.
Neyse konum, yargı kararlarına erişim sorunu değil. Şimdi demek istediklerimi anlatmak için bir-iki örnek vereyim. Dava konularını çok kısa özetleyeceğim.
İzmir’de bir firma aleyhine rapor yazılıyor. Raporun konusu transfer fiyatlandırması, kur farkları için fatura düzenlenmemesi ve bağlı ortaklarla yapılan ticari işlemlerden doğan alacakların, bağlı ortaklardan alacaklar hesabı yerine alıcılar hesabında izlenmesi. Mükellef dava açıyor vergi mahkemesinde tarhiyat tamamı ile iptal ediliyor. Gerekçeler konum açısından önemli değil. Neticede karar istinaf konusu yapılıyor. İstinaf mahkemesi kararı kaldırıyor ve davanın reddine kesin olarak karar veriyor. Mükellefin artık yapacağı hiçbir şey yok.
Bir başka olayda bir otomotiv bayinin müşterilerine kredi veren banka, kendisine müşteri temin edildi diyerek, müşteriyi kendisine yönlendiren bayinin ortakları olan veya olmayan personelinin banka hesaplarına -bir tür pazarlama stratejisi olarak- promosyon ödemesi yapıyor. İnceleme elemanı da bu ödemelerin, şirketin geliri olduğu, özünde şirket tarafından gelir sağlanıp personele ödendiğinin kabulünün gerektiği, dolayısıyla şirketin gelir yazıp, sonra stopaj yaparak personele aktardığının kabulü gerektiği gerekçesi ile şirket aleyhine mükellef ve vergi sorumlusu sıfatıyla tarhiyat öneriyor. Şirketin tarhiyatları dava konusu yapması üzerine, vergi mahkemesi davayı reddediyor. İstinaf aşamasında ise İstinaf mahkemesi, vergi mahkemesi kararını kaldırarak davanın kabulüne ve tarhiyatların iptaline kesin olarak karar veriyor. Şimdi vergi dairesi ne yapacak? Yapacağı hiçbir şey yok.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Kararların doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmıyorum, gerekçelerine de bakmıyorum, konum dolayısıyla sadece sonuçlarına bakıyorum.
Her kararın kanunlara uygunluğu kadar, en azından tarafların adalet duygusunu da bir ölçüde de olsa tatmin etmesi gerekir. Tartışmak istediğim, doğruluk veya yanlışlıklarının dışında, bu kararların adalet duygusunu tatmin edip etmediği.
Bir anda elinde bir karar bulanın, kazandığı davayı kaybeden tarafın (bazen mükellef bazen vergi idaresi), hele ki istinaf mahkemesinin kararının yanlış ve hatalı olduğunu düşünüyorsa, yapabileceği hiçbir şeyinin olmamasının, adalet duygusunda bir zedelenme yaratması kaçınılmazdır. Hem de bu sonuç, usul kanununda “yargılamanın hızlandırılması” adına yapılan değişikliklerden kaynaklanıyorsa düşünce, doğal olarak hızlı adaletin her zaman adalet getirmediği yönünde oluşuyor. Özellikle, istinaf mahkemelerinde duruşmasız karar veriliyor olması da bu yöndeki düşünceleri pekiştiriyor. Taraflarda doğal olarak, “mahkeme beni bir defa olsa da dinlemedi” düşüncesi oluşuyor.
Buradaki olumsuzluğu, istinaf sistemi kurulurken de yazmıştım. Bu konunun mutlaka gözden geçmesi, değerlendirilmesi gerekiyor.
Okurlarım bilirler ki, ben çözüm önerisi oluşturamadığım konularda pek yazmam. Bir eleştiri yapılıyorsa, olması gerekenin de söylenmesi gerekir.
Burada bence, vergi mahkemeleri ile istinaf mahkemeleri kararlarının farklı yönlerde olduğu hallerde temyiz yolunun açılması gerekiyor. Her iki mahkemenin de aynı şeyi düşündüğü, bir başka deyişle istinaf mahkemelerinin onama kararı verdiği haller dışında, temyiz yolunun açılması, usul kanununa bu yönde bir hüküm konulması gerekmektedir.
Nitekim, mahkemelerce iki bilirkişi incelemesi yaptırılan hallerde bilirkişi raporları çelişikse üçüncü bir inceleme yapılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre temyiz yolu kapalı davalarda, ilk derece mahkemesinde beraat eden kişi istinaf yargılamasında cezaya çarptırılırsa, bazı istisnaların dışında temyiz olanağına kavuşur. Bütün bunlar gösteriyor ki, adaletin tecellisi için, fikirler/kararlar çatışırsa üçüncü bir göze, üçüncü bir bakış açısına ihtiyaç vardır.
Şimdi aynı ihtiyaç idari yargılama usulünde de doğmuştur. Daha önce kesin kararlar da karar düzeltme yolunun ihdasında yarar var diye yazmıştım. Ancak şimdilerde aynı gözün tekrar bakmasına nazaran farklı bir gözün değerlendirmesinin yararlı olacağını düşünüyorum.
Bu nedenle de tek hakimli vergi mahkemelerince verilen kararlarda karar düzeltmesi müessesesinin ihdasında, istinaf yolunda ise temyize kapalı kararlarda vergi mahkemesi ile istinaf mahkemesi kararlarının farklı yönlerde (kabul – red veya red – kabul yönlerinde) oluşması halinde temyiz yolunun açılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.