Venezuela’nın kaderi
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği adeta kriz çağı oldu. Arka arkaya gelen ekonomik krizler, salgın hastalıklar, bölgesel savaşlar ve sonrasında gelen göçler hemen her ülkede kaosa neden oldu. Ne yazık ki bu kaotik ortama karşı siyasal iktidarlar bir çözüm üretemediler. Bunun sonucunda en demokratik ülkelerde bile aşırı sağcılar güç topladı, bazı ülkelerde seçim yoluyla iktidara geldiler.
Bu ortam birçok ülkede popülist hareketlere de güç kattı. Sağ ya da sol popülizm aynı kaynaktan beslendiler. Bunun sonucunda insan hakları ihlalleri arttı, iktisadi büyüme gerçekleşse bile insanlar mutlu olmadı, ülkeler istikrar kazanamadı. Bu durum liberal demokrasiye büyük bir darbe vurdu. Popülist liderler ideolojileri ne olursa olsun birbirlerine yaklaştılar. Örneğin Venezuela’nın popülist sol lideri Maduro ile Türkiye’nin popülist İslamcı lideri kardeş olabildiler.
Popülizm er ya da ulaşacağı nokta despotizmdir. Despotizm homojen bir sistem değil. Ülkeden ülkeye farklılık göstermekte. Çin ve Rusya despotizmi birbirine benzer iken Latin Amerika ülkelerdeki despotizm birbirinden farklılık göstermekte. Buna karşın Türkiye ile benzerlikleri bulunmakta.
Ülkelerin iktisadi yapılanmaları yani üretim ilişkileri üst yapıyı da belirler. Bundan dolayı kurumsal yapılarda buna göre oluşur. Latin Amerika’daki güdük kapitalizm popülizme çanak tutmakta. Geçen ay sonunda Venezuela’da yapılan seçim sonuçları bu yapılanmanın nelere mal olduğunu bir kere daha gösterdi. Maduro üçüncü defa başkan seçildi. Seçim sırasında Maduro muhalefeti vatan hainliği ve terörist olmakla suçladı. Muhalefet lideri María Corina Machado’nun seçime girmesi yasaklandı. Maduro, muhalefetin adayı olarak seçime giren Edmundo González’e züppe, gay, küçük prenses gibi benzetmeler yaptı. Kendisini desteklemeyenleri emperyalizme ve ülkenin düşmanlarına hizmet etmekle suçladı. Maduro seçimleri kazandı. Ancak seçimlerin hilesiz olduğuna Rusya, Çin, Küba ve Türkiye gibi birkaç ülke inandı. Diğer ülkelerin karşı görüşte olmaları doğal çünkü yapılan anketlerde muhalefet adayı hep öndeydi.
Maduro koltuğu yardımcılığını yaptığı Chavez’den devraldı. Chavez petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemde iktidarda kalmak için petrol gelirlerini kullandı. Petrol fiyatlarındaki düşüş ve nepotizmin yönetime egemen olması ile ekonomi krizin eşiğine geldi. Chavez 2013 yılında öldükten sonra yardımcısı eski otobüs şoförü Maduro geçti. Maduro popülizme devem edemedi çünkü petrol fiyatları düşmüştü ve adam kayırmacılık sayesinde hazine tamtakır haline gelmişti.
Ülkede enflasyon oranı 2015 yılında yüzde 121,7 oldu ve daha sonra hızla yükselmeye başladı, 2017 yılında oran yüzde 65.374,1’e kadar ulaştı. Geçen yıl yüzde 337,5 oldu. Bu yıl enflasyon oranı hedefi yüzde 100 (https://www.imf.org/external/datamapper/PCPIPCH@WEO/WEOWORLD/VEN). Maduro’nun halkı umursamayan despotizm sonrasında ülkeden 7 milyon insan başka ülkelere göçtü. Dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmasına rağmen ülkede benzin bulanamıyor. Kişi başına GSYH 5.600 dolar olarak görülse de gelir dağılımı ciddi biçimde bozuk.
Tüm bunlara karşı durmaya çalışan gazeteciler, aydınlar, akademisyenler hapse atıldı. Yazılı ve görsel basın (özel TV’ler, gazetelerde dahil) hükümetin denetiminde. Hükümete yakın iş adamları büyük karlarla çalışmakta, Maduro lüks yaşamayı seven bir lider, iyi giyiniyor, iyi yerlerde yemek yemi seviyor. Yani itibardan tasarruf etmiyor. Tek oğluna önemli görevler verdi.
Bu seçim sonuçlarına Maduro’ya karşı muhalefet artsa da daha Venezuela halkının çekeceği var. Çünkü Maduro milliyetçiliği ve korku silahını elinde tutuyor.
Venezuela hatta Latin Amerika’nın birçok ülkesinin kaderi Türkiye ile benzerlik göstermekte. Bundan dolayı yakından izlenmeli.
Okuma Önerisi: Ersin Kalaycıoğlu, Halk Yönetimi