Varlığı sorun ama yokluğu daha büyük sorun
Türkiye ekonomisinin yabancı kaynak ihtiyacı azalmadı ama son uygulamalar gösteriyor ki; ekonomiyi yönetenlerin yabancı kaynak girişi için olan iştahı azaldı.
Hatırlarsınız; Türkiye özellikle 2002 ve 2014 yılları arasında dışarıdan yüklü miktarda kaynak çekmişti. Bu dönemde bir kısmı doğrudan yabancı sermaye yatırımları olmak üzere milyarlarca dolarlık kısa ve uzun vadeli sermaye Türkiye ekonomisine akmıştı.
Bu kaynakların büyük bir bölümünün kısa vadeli olması çoğumuzu rahatsız etmişti. Çünkü biliyorduk ki; bu girişlerin bazı ciddi yan etkileri vardı. Mesela TL’de aşırı bir değerlenme yaratarak ihracata dönük sektörleri ve bazı ara mal üreticilerini olumsuz etkileyebilirdi. Özellikle sanayideki bazı girdileri içeride üretmek yerine düşük kurun da desteğiyle çok daha ucuza Çin’den ya da Hindistan’dan ithal etmek şirketler açısından daha kârlı olabiliyordu.
Yoğun kısa vadeli girişlerin bir diğer yan etkisi özellikle bizim gibi yapısal dönüşümünü gerçekleştirememiş ekonomilerde dış kaynak bağımlılığı yaratabilmesiydi. Ekonomi bu bağımlılık nedeniyle dış şoklara daha açık ve kırılgan olabiliyordu.
Türkiye ekonomisi her iki yan etkiyi de önemli ölçüde yaşadı…
-Bu paralar olmasaydı o refah olur muydu?--
Kısa vadeli sermaye adı üzerinde kısa vadelidir; sıcak paradır. Yüksek getiriye gelir. En ufak bir olumsuzlukta ürküp kaçabilir. Yatırım ufku çok uzun değildir, yüksek getiriyi elde ettiğinde “kâr realizasyonu”na gidebilir; kazandığını cebine atıp çıkabilir. Kısacası güvenilmezdir.
Ancak bir de meselenin diğer bir boyutu var...
2002 sonrası yaşanan yoğun sermaye hareketleri ve sıcak para girişi sayesinde Türkiye, normalde sahip olamayacağı bir refahı yaşadı. Bizler bu ülkenin yerleşikleri olarak yerleşik olmayanların paraları sayesinde normalde sahip olamayacağımız arabalara bindik; çıkamayacağız tatillere çıktı. Alışık olmadığımız markalara alıştık. Giyinmemiz, kuşanmamız, yememiz, içmemiz değişti.
TL değerli para olunca yabancı para ile borçlanmak daha ucuza geldi. Hayatında Japon Yeni görmeyenler Yen borçlandı. İş dünyası normalde finanse edemeyeceği yatırımları yaptı, kapasitesini artırdı. Gelen bu paralar sayesinde Türkiye ekonomisi canlandı; çok uzun bir süre aralıksız ve makul hızlarda büyüdü. Bu paraların katkısıyla 2001 yılında 197 milyar dolar olan gayrisafi yurtiçi hasıla 2013’te 950 milyara ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 3,000 dolardan 12,500 dolara sıçradı.
Türkiye sıcak paraya her zaman kuşkuyla baktı. Türkiye ekonomisini yıllarca sırtında taşıyan 2001 programının mimarları bile bu tür sıcak sermaye girişlerini sınırlandırmak için vergi uygulanması önerdiler. Türkiye’yi 2002 sonundan bu yana yöneten Ak Parti’nin programında da sıcak para hareketini engellemek için düşük oranlı bir stopaj konulması önerisi vardı ama uygulamaya gerek görmedi.
- Amaç hasıl oldu mu?
Bizim gibi ülkelerin sorunu tasarruf açıklarının bulunmasıdır. Ekonominin ve siyasetçinin ihtiyaç duyduğu yüksek oranlı büyümeyi finanse edecek kaynakları iç tasarruflarımızla sağlayamayınca başkalarının tasarruflarına muhtaç kalıyoruz. Dış kaynak girişinin alternatifi ya iç tasarrufların arttırılması ya da daha düşük bir büyümeye razı olunmasıdır. Üçüncü bir yol daha var; o da dış kaynak yerine içeride merkez bankası parasına daha fazla başvurulmasıdır. Hükümetler açısından da dış borç almak yerine ucuz merkez bankası parasına yönelmek daha kolaydır. Görünen o ki; bizim şu anda gittiğimiz yol da bu yol.
Bu durum ilk defa başımıza gelmiyor. Bu yola 1970’lerden bu yana zaman zaman başvurulmuştu. Sonuç ise yüksek enflasyon ve değersiz Türk lirası olmuştu. Geçenlerde bir bankacı arkadaşım örneklerle anlatıyordu: “Türkiye’de ne zaman enflasyon artmış ve TL değer kaybetmişse ardından ekonomi küçülme sürecine girmiştir.”
Son operasyonların amacı faizin düşürülmesi ve ekonominin bu yolla canlandırılmasıydı. Ancak bankaların uyguladıkları kredi ve mevduat faizlerinde belirgin bir düşüş olmadı; aksine arttı. Hafta başında Şeref Oğuz köşesine rakamları taşımıştı. Buna göre eylül sonundan bu yana ihtiyaç kredileri 7 puan, taşıt kredisi 8 puan, ticari kredi 4 puan ve Hazine’nin 5 yıllık borçlanma maliyeti 7 puan artmış. Bu arada yıllık enflasyon da yüzde 19.58’ten 36.08’e yükseldi.
Kısacası, Merkez Bankası attığı adımlarla “nominal faizi” düşüremedi ama enflasyonun yükselmesine yol açarak “reel faizi” düşürdü; hatta negatife çekti. Bu açıdan bakıldığında “amaç hasıl olmuştur” denilebilir mi? Kesinlikle hayır. İstenilen ve Türkiye ekonomisinin hayrına olan bu değildi.