Vaktimiz bol nasılsa

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Eğer dünyada yaşıyorsanız hangi ülkede olursanız olun, siyasi düşünceniz ne olursa olsun bir şeylerin düzgün gitmediğinin farkındasınızdır. En iyimser olanınız bile en azından her türlü işin artık eskisi gibi olmadığının farkındadır. İşleri iyimserlik olanların, söz gelimi siyasi iktidarların, en ateşli taraftarları bile “Biz iyiyiz” veya “Bizden beterleri var. Allah’a şükredin” propagandalarına rağmen okul, ticaret, seyahat yan aklınıza ne geliyorsa hiçbir şeyin daha iyiye gittiği kanısında değiller.

Böyle bir ortamda temelleri asır ötesinden kalma atılmış bir kariyer alanı olan ‘işletmecilik’ konusunda yazılan yazıları yazan da okuyan da sıkıntı çekiyor. Kimin hangi tavsiyesini okuduğunuzu, okuyup da ne yaptığınızı bilemem. Tavsiyelerde bulunan yazar ve çizerlerin günümüzün sıkıntıları içinde özgün sayılabilecek önerileri nasıl ürettiklerini de pek anlamıyorum doğrusu.

Ortada bir ‘pandemiden sonra’ ümidi ve bu ümide bağlı bir literatür var. ‘Pandemi geçer geçmez’ varsayımına bağlı öneriler ve spekülasyonlar beraberlerinde bir başka varsayım da taşıyorlar. O da pandemi sonrası işlerin ‘eskisi gibi’ olacağı. Bunun bir garantisi olmadığı gibi hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönünde işaretler de var. Hiçbir şey derken hem insanların davranışlarının hem de kurumların çalışma biçimlerinin tamamını kastediyorum. Öyle görülüyor ki bir meslek haline getiremediğimiz işletmecilik bir kariyer olarak kalmaya devam edecek.

İşletmeciliğin bir meslek olamaması işletmecilerin kabahati değil elbette. Bu kariyer dalının düşünürleri, yazarları ve çizerleri herhangi bir alanın bir ‘mesleğe’ dönüşmesi için gereken felsefi zenginliği göstermek yerine ekonomi, psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji hatta biyoloji filan gibi başka branşlardan intihal yapmayı yeğlediklerinden işletmecilik bir bilim olamamıştır.

Bir anlamda işletmecilik uygulamaktan geliştirmeye fırsat bulamadığımız bir kariyerdir. İşletme yönetimi kariyer alanını, modellemek için filozoflara gerek vardır. Günümüzde bilimsel temelleri olan tüm meslekleri tarih öncesinden başlatanlara 19. Yüzyıla kadar ‘doğa filozofu’ denilmesi bir rastlantı değildir. Doğa filozoflarının düşüncelerini takip edenlerin asırlar boyu yaptıkları çalışmalar günümüzün tıp, fizik, kimya gibi mesleklerini yaratmışlardır.

Şimdi nasılsa işler durgun yakın zamanda da şahlanıp bir yere gideceğe benzemiyor, dostlarla oturup mavra atamıyor, seyahatlerde vakit harcayamıyor, sokakta yürüyüş bile yapamıyoruz vaktimiz var demektir. Televizyon seyretmekten de sıkıldık. Onun için biraz felsefe yapmaya vaktimiz vardır diye umuyorum.

Aslında her kariyerde olduğu gibi işletmecilik kariyerinin temellerinde filozoflar vardır. İşletmecilik yönetimi kariyerinin temelleri dört kişi tarafından atılmıştır: Elton Mayo, Thomas Hobbes, James Madison ve Frederic Winslow Taylor.

 Bu dört kişiden biri olan Avustralya doğumlu Elton Mayo Adelaide Üniversitesi’nden felsefe ve psikoloji derecesiyle mezun olmuştu. Yani en azından eğitim olarak filozoftur. İkinci kişi Thomas Hobbes, 15 yaşındayken Oxford’a gitmiş ve orada skolastik mantık ve Aristoteles felsefesi tahsili yapmıştı. Üçüncü kurucu James Madison klasik Latince, Yunanca, bilim, coğrafya, matematik, retorik ve felsefe okumuştu. Bu düşünürler felsefe eğitimi geçmişlerini yani bir kariyer yaratmaya yansıtmaya çalışmışlardır ama işletmecilik kariyerinin en hazırlıksız dördüncü kurucusu bu üçlünün felsefi hazırlığından haberdar olmadığı gibi bunu pek umursamamıştır.

Yani, bu üç filozofu önce annesinin eğitimiyle başlayan, avukat olmak isteyen fakat gözü bozulduğu için Harvard Üniversitesi’ni kazanmasına rağmen bu okula gidemediği için bir aile dostuna ait pompa fabrikasında altı ay kadar, sonra yine bir aile dostuna ait Midvale çelik fabrikasında dört yıl daha çalışıp mektuplaşmayla Stevens Teknoloji Enstitüsünden makine mühendisi unvanını alan Frederick Winslow Taylor’un takip etmesi ve bu kariyere ‘bilimsel yönetim’ kavramını onun kazandırması kaderin acı bir cilvesidir.

Okurlarım bilirler. İş adamlarına işletmecilik eğitimi verdiğim kariyerimin son on-beş senesi boyunca kırk-bir ülkeye seyahat ettim bunların yirmi-ikisinde eğitim verdim. Bir düzineyi aşkın ülkede hem uzun süreli kaldım hem de bu ülkelere defalarca gittim ama o ülkelerin gezilesi yerlerini doyasıya gezmeye vakit buldum dersem yalan olur. Bu seyahatlerde boş zaman pek bulunamıyor. Genellikle uçaktan indiğimin ertesi günü ya konferansta ya da bir eğitim seminerinde oluyor, bunlar biter bitmez ya aynı gün ya da ertesi gün başka bir yere uçuyorum.

Pekin’e dördüncü gidişimde bir ekstra günüm vardı. Artık klasik turistik yerlerin çoğunu gördüğüm için boş günümde yeni bir şey yapmaya kararlıydım. Ev sahiplerim çok misafirperver. Zaten Doğuda genellikle, Çin’de özellikle bu bir sabittir. Sevdikleri misafirlerine her türlü ikramı yaparlar. Bağlantı memuresi Jasmin hanımla boş günümü nasıl değerlendireceğimi konuşuyoruz. Esas adı Jasmin değil tabii. Çinlilerin isimlerinin batılılara telaffuzu zor geldiğinden çoğu uluslararası memur ‘Hristiyan isimleri’ dedikleri bir ikinci isim kullanırlar.

“Nereye gitmek İstersiniz?”

“Turistlerin gitmediği tarihi yerlere”

İlk gittiğimiz yer bir felsefe okulu. Tipik bir bina. Hani filmlerde gördüğünüz tipik Çin tapınak mimarisi tarzında, büyük bir bahçe içinde koca bir yapı. Yapının bahçesinde bizdeki büyücek mezar taşları ebadında dikili taşlar var. O kadar çok ki saymakla bitmez. Tabii üstlerinde Çince yazılar var. İçlerinde dolaşıyorum.

“Bunlar nedir?”

“Okul mezunlarının adları”

Okul şimdi kaç yıllık hatırlamıyorum ama Bizans’ın kuruluşuyla yaşıt belki de daha eski. Şimdi müze olarak kullanılıyor. Okul bu kadar eski olunca bahçedeki dikili taş sayısını anlaması da kolay. Çince anladığımdan değil, zaten gereği de yok isimlerden oluşan listeler. Baka baka dolaşıyorum. Bir şey dikkatimi çekti. Her taşın en alt satırından sonra diğerlerinden ayrı, yani listeye dahil edilmeyen ve daha büyük harflerle yazılmış bir satır var.

“Bu satır niye ayrı?”

“O imparatorun adı”

Kendi kendime doğaldır diye düşündüm. O mezuniyet yılında imparator her kim idiyse onun adının da taşta olması gayet normal. Hani bizde vardır ya ‘Bu bina falankeş sultanın veya paşanın himayelerinde dikilmiştir’ diye yazılar. Sanki öyle bir şey.

“Bu taşlar önemli bir tarihi yazıt koleksiyonu. Hangi yıl olduğu da yazıyor mu taşların üstünde?”

“Evet, yazıyor ama bazı taşlar o kadar eskiden kalma ki üstlerindeki yazılar artık silinmiş”

“Yazık. Bu filozoflar hangi imparatorun saltanat sürüdüğü sırada burada eğitilmişler sizlere hangi imparator hangi senelerde saltanat sürmüş o bilgiyi kesin olarak verirdi”

“Bizim o konuda bir bilgi eksikliğimiz yok bunu zaten biliyoruz”

Ev sahibimin bu sözleri ne yalan söyleyeyim beni utandırdı. Elbette biliyorlar. Hangi imparator ne zaman doğmuş ne zaman ölmüş ne kadar süre saltanat sürmüş, annesi kim, babası kim, dedesi kim anneannesi kim, çocukları, generalleri, vezirleri, hadım uşakları, cariyeleri kim hepsi yazılmış biliyorlar. Söylediğim laf sohbet olsun diye bile söylenecek laf değil. Bizde sultanların, onun da doğruluğunu yüzde yüz kanıtlayamadığımız, anneleri şöyle böyle bilinir, çoğunun dedeleri, büyük anneleri bilinmez. Canım sıkıldı doğrusu.

“Peki, mezunlar hakkında bilgi var mı?”

“Ne gibi”

“Hani nereden gelmişler? Nereye girmişler? Ne işler yapmışlar?”

“Eser vermiş olanlar var onları daha iyi biliyoruz. Çoğu saray hizmetinde çalıştığı için çoğunun kariyerleri hakkında bilgimiz var”

“Bizde de buna benzer yazıtlar vardır”

“Okullarda mı?”

“Genellikle binaların üstünde o binanın yapılmasını sağlayan, yaptıran, yapımına bağışta bulunan sultanın veya vezirin veya bir zenginin adı yazılır.”

“Bu taşlar öyle değil”

“Nasıl yani?”

“Bu taşlardaki imparator adları oraya desteğinden dolayı yazılmıyor.”

“Ya ne diye yazılıyor? Nezaketen mi”

“Hayır, nezaketen de yazılmıyor. İmparator okulun mezunu olduğu için yazılıyor.”

“Nasıl”

“İmparatorlar burada felsefe tahsili yapıyorlar”

“Yani imparator buranın mezunu olduğu için mi adı taşın üstünde?”

“Evet”

Kendi kendime “Bugünün yöneticilerinden kaçı bırakınız felsefe tahsili yapmayı, kursları almayı, acaba bir filozof adı verebilirler mi?” diye düşündüm. Hala da düşünüyorum.

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İzahat 11 Ekim 2023
Rekabet 04 Ekim 2023
Özür ve devam 27 Eylül 2023
Benchmarking 30 Ağustos 2023
Bencmarking 23 Ağustos 2023
Kontrol 16 Ağustos 2023
Denetim 09 Ağustos 2023
Tırışkadan işler 02 Ağustos 2023