Vakıf üniversiteleri ve ticaret
Bir vakıf üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan bir genç arkadaş, üniversitenin patronundan, nam-ı diğer Mütevelli Heyeti Başkanı’ndan şikayet ediyordu. Şikayetlerini sıraladı ve sonra dedi ki: “Patron çok ticari düşünüyor; bütün derdi para”. Ben de “Keşke ticari düşünse. Eğer ticari düşünse böyle davranmazdı; iyi bir ticaret insanı gibi davranırdı” dedim.
Vakıf üniversiteleri ve çelişkiler
Ülkemizde tam bir kavram karmaşası vardır. Çünkü birçok kavramın içi boşaltıldı, birçok kurum yozlaştırıldı. Bunun sonucunda ortaya bir sürü çelişki çıktı. Örneğin vakıf diyorsunuz, sonra çok ticari düşünce ve para. Patron diyorsunuz, sonra mütevelli heyeti.
Vakıflar, 8. yüzyıl ortalardan başlayarak Selçuklular ve sonra Osmanlılar’da sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamda önemli yer tutmuştur. Bir süre sonra vakıfların ekonomik yaşamdaki payları çok artmıştır. Osmanlı’da 18.yüzyıl sonunda vakıf sayısı 20.000’i aşmış ve vakıf gelirleri devletin gelirlerinin üçte birine ulaşmıştır. Bugün modern devletin verdiği birçok hizmeti sağlayan tesisler vakıf mekanizması ile gerçekleşmiştir. Bu sayede köprüler, yollar, limanlar, deniz fenerleri, kütüphaneler, sarnıçlar, su bentleri, çeşmeler, kaldırımlar okullar, imarethaneler, hastaneler, medreseler tesis edilip korunabilmiştir.
“Vakıf, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumlaşmış halidir” denir. Vakıf “hayra hasenat” için kurulur, amacı kâr etmek değildir. Bugünün Türkiyesi’nde yer alan vakıf üniversitelerinin de bu kapsamda olması gerekir. Nitekim Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yer alan tanımda vakıf üniversiteleri için”Kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile” ifadesi yer alır.
Peki, durum böyle olunca neden yukarda sözünü ettiğim öğretim görevlisinde Mütevelli Heyet Başkanı için “Çok ticari düşünüyor; bütün derdi para” algısı oluşmuştur. Çünkü bazı vakıf üniversitelerinde öğretim üyeleri düşük ücretle çalıştırılmaktadır. Adeta hayır işi öğretim görevlilerinden beklenmektedir. Bunu engellemek için 2020 yılında bir kanun çıkarıldı. Bu kanunda “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez” hükmü yer almaktadır. Ama bazı vakıf üniversiteleri bunu da takmadı; hülle yaparak eksik ücret ödemeye devam ettiler. Bu tür yaklaşımlar vakıf felsefesi ile çelişir.
Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde “Vakıf yükseköğretim kurumunun en yüksek karar organı olan mütevelli heyet, vakıf yükseköğretim kurumunun tüzel kişiliğini temsil eder” denilmektedir. Ancak görülen odur ki, çoğu vakıf üniversitelerinde mütevelli heyeti başkanları tek karar vericidir ve bu nedenle “Patron” olarak anılmaktadır. Bu anlayış da kurumun tüzel kişiliği ile çelişir.
Ticari düşünmek
Ülkemizdeki kavram karmaşası içinde yanlış anlaşılan bir kavram da “ticaret” tir. Ticaret, alışveriştir. İki tarafın rızası ile yapılan bir alış ve veriştir. Bir hizmete ya da mala ihtiyacı olan, karşılığını vererek bunu alır. Ticarette geçerli olması gereken, “kazan-kazan ilkesi”dir;yani iki tarafın da kazanıyor olmasıdır. Örneğin, söz konusu olan hizmetse, hizmetin istenen kalitede olması gerekir. Bu hizmeti alan taraf bundan memnun olmalıdır, yani kazanmalıdır. Öte yandan hizmeti satan kişi de bunun karşılığı olarak aldığı paradan mutlu olmalı, yani kazanmalıdır.
İşte yukarıda aktardığım vakıf üniversitesinde ihlal edilen ilkelerden birisi bu idi. Verilen ücret, emsallerden düşük idi ve kanuna rağmen hülle yapılarak devlet kurumlardaki eşdeğerlerinden daha düşük para ödeniyordu. Başka deyişle ticaretteki iki tarafın da kazanmasını öngören “kazan-kazan ilkesi” ihlal ediliyordu. Demek ki, “patron” iyi bir ticaret erbabı gibi davranmıyordu.
Ticaretin yapıldığı her sektörün kendine özgü koşulları vardır. Çölde ticaret yapıyorsanız, çölün koşullarını bileceksiniz; denizde ticaret yapıyorsanız, denizin koşullarını. Ve iyi ticaret insanı bu koşullara göre hareket eder. Vakıf Üniversitesi örneğimize dönersek, yapılan yanlış ne idi? Öğretim elemanı genç arkadaşın anlattığına göre, söz konusu üniversitede patron, endüstrideki çalışma koşullarını üniversiteye uyguluyordu. Hocalara 9:00-17:00 mesaisi yaptırıyordu. Halbuki üniversiteler açık sistemlerdir. Örneğin, bir tekstil fabrikası değildir. Öğretim üyelerini kapalı kapılar ardına kilitleyemezsiniz. İşin doğasında serbestlik vardır. Öğretim üyeleri, “yalnız kovboylar”dır. Bu nedenle bu işi seçmişlerdir. Çalışmak için ille de bir yerde kalmalarına gerek yoktur. Eğer çalışma ortamını buna zorlarsanız, üniversite ruhunu yok edersiniz.
Ticaret dediğimiz alış ve verişte karşılıklı saygı da önemlidir. Hizmet alan taraf, hizmet veren tarafa saygı göstermeli, ona değer verdiğini göstermelidir. Söz konusu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışan genç arkadaş şöyle dedi “Bize değer verildiğini hissetmiyorum. Patronun öğretim üyelerine bakışı “Elimi sallasam ellisi, kolumu sallasam tellisi” anlayışında”. Bu anlayış, o kuruluşta öğrenciye verilen hizmetin kalitesini de zedeler.
Sonuç
Günümüz dünyasında her şeyi devletten beklemek yanlıştır. Vakıf üniversitesi oluşumu bu anlayıştan kaynaklanır. Ve ülkemizde dünya standartlarında çalışan vakıf üniversiteleri vardır. Ancak vakıf anlayışına ters düşen uygulamalar da. Devletten beklenen, denetlemelerin hakkıyla yapılması ve kurumların yozlaşmasına izin verilmemesidir.
Ticaret de, ticari düşünmek de ayıp değildir. Yeter ki, ticaretin kuralları iyi işlesin.