Uzun, ince yol…
ABD’de Joe Biden’ın yemin ederek Başkanlık görevine başlamasıyla tüm dengeler değişti.
Washington’da artık;
● Otokratikleşmeye karşı demokrasiyi önceleyen,
● Kişisel ilişkiler yerine, kurumsal teması tercih eden,
● Tehdit değerlendirmeleri değişmiş,
● Atlantik ötesi ittifakları ve uluslararası örgütleri önemseyen bir yönetim var.
Biden yönetiminin öncelikleri, Trump döneminin aksine, Avrupa Birliği ile de uyum içinde görünüyor. Yani önümüzdeki dönemde dünya politikaları konusunda ABD-AB koordinasyonunun etkinleşeceğini öngörmek yanlış olmaz.
Hem AB, hem de ABD ile ayrı ayrı sorun yaşamakta olan Türkiye’deki AK Parti hükümetinin de bu yeni gerçekliği gördüğü ve ona göre adım atmaya çalıştığı ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümet yetkililerinin son dönemdeki reform çıkışlarını bu açıdan okumak gerek.
Ancak AK Parti hükümetinin söylediği adımları atması acaba mevcut iç politik konjonktürde mümkün mü?
Bunun yapılıp yapılamayacağının en kolay ölçülebileceği alan Türkiye-AB ilişkileri;
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Brüksel’e ziyaretinde masada olan iş birliği konuları belli; Türk vatandaşlarına vize muafiyeti, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve mülteciler/sığınmacılar konusundaki Türkiye-AB işbirliği.
(Bu listeye normalde Türkiye’nin AB üyelik sürecini, yeni başlıklar açılmasını da eklemek gerekirdi. Ancak gerek Avrupa’daki atmosfer, gerekse Türkiye’nin başta Doğu Akdeniz olmak üzere AB ülkeleri ile yaşadığı krizler nedeniyle, üyelik sürecinde yakın zamanda herhangi bir gelişme yaşanması her iki tarafta da “mucize” kapsamında görülmekte.)
Bu durumda soru şu; Avrupa Birliği ile ilişkiler üzerinden, Washington’daki yeni yönetimle de ılımlı bir atmosfer yaratmaya çalışan AK Parti, Çavuşoğlu’nun görüşme listesinde ne kadar ilerleme sağlayabilir ?
Öncelikle daha zorlu olan vize muafiyeti konusu;
Yasalardaki “terör tanımı değişir mi?
Avrupa Birliği Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat için Ankara’nın önüne 72 maddelik bir liste koymuştu. Bu listenin 69 maddesi tamamlandı. Ancak geriye kalan üç madde hükümeti en çok zorlayacak konular.
Şöyle ki;
Kriterlerden biri Türkiye’de yasalardaki terör tanımının AB ile uyumlaştırılması. İktidar cephesinin kendilerine destek vermeyen tüm kesimleri şu ya da bu terör örgütüyle bağlantılı gösterdiği, mahkemelerin ifade özgürlüğünden basın özgürlüğüne kadar açılmış davalarda mevcut “terör” kavramını en geniş şekilde yorumladıkları düşünülürse, bu konuda AB’ye uyum çok zor görünüyor.
Hükümetin atması gereken bir başka adım yolsuzluk alanında; AB, Türkiye’nin “GRECO kararlarına” uymasını şart koşuyor. GRECO, Avrupa Konseyi nezdinde kurulmuş yolsuzlukla mücadele birimi. Özellikle kamu ihalelerinde izlenecek yollar, ya da gelirini aşan harcamalarda bulunan kamu görevlileri gibi konularda son derece sert kuralları var. Sayıştay’ın ve TBMM denetiminin fiilen devre dışı olduğu, Varlık Fonu’nun denetlenemediği bir ortamda Türkiye’nin GRECO kararlarına uyumu olası görünmüyor. Nitekim GRECO’nun Türkiye hakkında yazdığı bütün raporlarda da “yargı bağımsızlığı” ve “yolsuzluklara adları karışanlara fiilen uygulanan siyasi dokunulmazlık” çok sert şekilde eleştiriliyor.
Ve bir de siyasi şart var; Kıbrıs Rum Kesimi’nin fiilen tanınması. AB’nin vize serbestisi için koyduğu şartlarda Türkiye’ye doğrudan “Kıbrıslı Rumlar’ı tanıyın” denmiyor. Ancak AB ile “adli yardımlaşma sistemi” kurulmasını şart koşuyor. Bu da Kıbrıs Rum Kesimi’nin fiilen Ankara tarafından tanınması anlamına geliyor.
Türkiye-AB masasındaki ikinci başlık olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi görece daha kolay. Ancak burada da yine Ankara’nın karşısına AB içindeki Yunanistan, Fransa gibi ülkelerin Türkiye ile ikili ilişkilerinde yaşadıkları gerginlikler çıkıyor.
Bu konuda bir de teknik zorluk var. Ekonomik kriz içindeki Türkiye mevcut Gümrük Birliği kapsamında serbest dolaşımda olan bazı mallara ek gümrük vergisi koyuyor. Bu da AB tarafından sürekli Türkiye’ye eleştiri olarak yansıyor.
Ayrıca Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, üretimde Türkiye’ye AB gıda ve sağlık koşullarına tam uyumlu olmayı, bu çerçevede AB’nin üretimde karbon emisyonunu düşürecek “yeşil dönüşüm” kurallarına uymayı gerektiriyor. Türkiye’nin buna uyumunun ise son derece maliyetli olacağı hesaplanıyor.
Yani Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda da – AB razı olsa bile- AK Parti hükümetini ekonomik açıdan “acı reçete” bekliyor.
Sığınmacı geri kabulüne ilişkin Türkiye-AB 18 Mart muhtırasının yenilenmesi de masada. Bu alanda da Türkiye ile AB arasında, Avrupa’dan sığınmacılara verilecek yardımlar konusundaki anlaşmazlık devam ediyor; Türkiye yardımların doğrudan hükümetin harcama yetkisine bırakılmasını isterken, AB bunları uluslararası kuruluşlar aracılığıyla vermeyi tercih ediyor. Yine de bu konu, AB’nin Türkiye’ye sağlayacağı mali yardım üzerinde anlaşılabilirse, üzerinde en kolay uzlaşılacak konu gibi görünüyor.
Washington için S-400 ön şart oldu
Türkiye AB ile uzlaşsa bile, Washington’la buzları eritmesi için ek adımlar atması gerekiyor. Bunların başında da, Biden’ın Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın görev başlar başlamaz koyduğu S-400 şartı yer alıyor. Türkiye’den “sözde stratejik ortak” olarak bahseden Blinken, S-400’ler konusunda bir anlaşma sağlanmazsa halen Türkiye’ye uygulanmakta olan CAATSA yaptırımlarının ağırlaştırılabileceğinin de işaretini verdi bile.
Yurtdışından üst üste koyulan bu şartlara, içerde de reformlara ayak sürüyen Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı eklendiğinde;
Batı ile barışmak “çok uzun” ve “çok ince” bir yol haline geliyor AK Parti hükümeti için…