Universitas, entelekt ve sansür
Paris üniversitesinde bilinen ilk sansür olayı teolojide Master olan Amalric of Bène’nin 1206 yılındaki mahkûmiyetidir. Mahkûmiyet papalık curia’sı tarafından verilmiş ve Amalric kısa süre içinde kendiliğinden ölmüştür. Mahkûmiyetin kısmi bir prohibitio –yasaklama- değil condemnatio olduğu –tüm zamanlarda tüm Hristiyanlar için geçerli kesin mahkûmiyet- Amalric’in üniversite önünde görüşlerinden caydığını ilan etmek zorunda bırakılmasından anlaşılıyor. 20 Kasım 1210 günü 10 kişi Almarici –veya Almariciani ya da Amaurici- sapkınlığına kapılmış sapkınlar olarak Paris’te yakılmış, dört kişi de hapse atılmıştır. Ölmüş olan Amalric ex post aforoz edilmiş ve kemikleri kutsal topraktan çıkarılarak başka bir yere gömülmüştür. Panteizm, ruhun bu dünyada mükemmeliyete erebileceği tezi ve kilise karşıtı bazı görüşler “Amalric sapkınlığı” olarak kayda geçirilmiş durumda.
13. yüzyıl sadece “Erken Rönesans” veya “Uzun 13. Yüzyıl” olmakla kalmaz, her biri Aristo’ya saldırı mahiyetinde olan üniversite krizlerinin de yüzyılıdır. Aristo’nun Fizik ve Metafizik isimli eserleri daha 1210 yılında Paris’te yasaklanmıştır. Yasaklar 1215 ve 1228’de papalık tarafından yenilenmişti. Yenilenmesi bile zaten yasaklara tam uyulmadığını göstermektedir. Dengeyi koruyan Tommaso d’Aquino (Akinalı Tomas) 1274 yılında ölünce, daha 1270 yılında İbn-i Rüşd (Averroes) yandaşlarını mahkûm ettiren Paris Piskoposu Etienne Tempier 1277 yılında tümden harekete geçti. 219 maddeden oluşan bir önermeler manzumesi –articuli veya sentences- mahkûm edilmiş ve Canterbury Başpiskoposu Robert Kilwardy de İngiltere’de aynı şeyi yapınca ortaya 1277 çifte mahkûmiyetleri çıkmıştır. Söz konusu 219 tez felsefi ve teolojik niteliktedir.
Olayların Papa Johannes XXI tarafından Paris Üniversitesi’nde “sapkın” akımlar görüldüğü ve araştırılması gerektiğine işaret eden bir mektubun Piskopos Tempier’ye gönderilmesiyle başladığı iddia ediliyor. Ancak bu konu açık değil çünkü (a) Tempier mahkûm edilen 219 önermeyi ilan eden açıklamada Papa’dan icazet aldığını söylemiyor; sadece önemli insanlardan sapkınlıkla ilgili bilgi aldığına değiniyor. (b) Thomas’a yönelik ayrı bir soruşturmanın muhtemelen papalık tarafından durdurulduğu belirtiliyor. Belki de Tempier fazla ileri gittiği için uyarılmıştı. Nasıl? Bu görüşe göre, kırılma noktası Mendicant Orders üyesi hocaların 1290 civarında belirginleşen aşırı talepleri oluyor. Yani Paris Üniversitesi’ndeki Teoloji Fakültesinin Franciscan ve Dominican masterlerinin –Franciscan tarikatına 1281’de Papa Martin IV (Martinus IV) tarafından tanınan imtiyazları genişleterek- Scriptures’un yorumlanması ve üniversitede nelerin okutulup yazılacağına karar verme yetkilerinin kendilerinde olmasını talep ettiklerini öne sürüyor. Bu talep gelecekte Papa Boniface VIII (Bonifatius VIII) olacak olan curia sözcüsü tarafından şiddetle reddedildiği ve yetkiler 1318 yılındaki Jean de Pouilly davasında doğrudan Avignon Papalığına devredildiği için bu zaman diliminde bir yetki tartışması ortaya çıkmış görünüyor. Sonuçta bu teze göre Mendicant Orders kaybediyor ve klasik ruhban kazanarak yetkileri Avignon’da toplamaya başlıyor.
Karşı görüş de var ve üniversitedeki teoloji masterlerinin yani Mendicant Orders mensuplarının yetkilerini kaybetmediklerini, tam tersine Franciscan ve Dominican biraderlerin Canon Law uzmanlarıyla birlikte Avignon’a toplanarak papalık curia’sına girdiklerini savunuyor. Yani sadece yetkinin kullanılacağı mekân değişmiş ve merkezdeki bürokrasiye taşınmış oluyor ancak üniversite hocası Franciscan ve Dominican tarikatı üyelerinin neyin Hristiyanlığa uygun olduğunu belirleme güçlerinde bir azalma olmuyor. Böylece 13. yüzyıl başında Papa Innocent III tarafından yüreklendirildikleri gibi teoloji eğitimini belirlemeye ve Hristiyanlığın tanımını yapmaya çalışmaya devam ediyorlar. 12. Yüzyılda –henüz çok yeni olan- üniversitede toplu halde hareket edecek bir örgütlenmenin olmadığını ve hem ders vermenin hem de sapkınlıkla suçlanmanın bireysel konular olduğunu belirtebiliriz. 13. Yüzyıldan itibaren teoloji masterleri önce kendi tarikatları içinde sonra üniversite loncası bağlamında neyin yasaklanacağına karar vermeye başlıyorlar ve bu güç 14. Yüzyılda sadece yer değiştirerek papalık bürokrasisine taşınıyor. Papa Benedict XII’nin (Benedictus XII) 1342’de ölümüyle beraber akademik sapkınlığı yargılama yetkisi yeniden yerel otoriteye ve üniversiteye geçmeye başlıyor.) Ek tez de var ve 1345 sonrası soruşturmaya uğrayanların teoloji masterleri olmayıp öğrenci/araştırmacı (‘student’ araştırmacı demektir) statüsünde veya sadece lisans derecesi sahibi (bachelor) ilahiyatçılar olduğunu savunuyor. Yani üstatlar tarikatta ve üniversitede yüksek pozisyonda olan, kendilerinden birisini soruşturmaya ve yargılamaya hevesli görünmüyorlar. Buradaki ‘master’ teriminin yüksek dereceler için genel anlamda kullanılabildiğini, Teoloji Fakültesi için ‘doctor’ unvanını içerdiğini belirtelim. Tempier tarafından suçlanan tezleri incelemek için kurulan 16 ilahiyatçıdan oluşan komisyonun en genç üyesi Henri de Gand’ın sonradan kendisinin de suçlandığı biliniyor.
Mahkûmiyetler ciddi tepki çekmişti. Dominikenler zaten hiç ciddiye almadılar. Üniversite içi soruşturmaların Paris Piskoposluk Mahkemesine gönderilmesi ancak üniversite içerisinde çözülemezse söz konusu oluyordu. Bir temyiz mahkemesi gibi işleyen –ama doğrudan kilise mahkemesine dönüşerek suçlamanın çıkış noktası da olabilen- Papalık Mahkemesi –başvuru yapıldığı takdirde- son karar mercii idi. Ancak Johannes XXII papa olunca durum değişti ve 1318’den itibaren Avignon papalığı çok sayıda sapkınlık ve üniversitelerde hatalı görüşlerin öğretilmesi davalarına müdahil olmaya başladı. Avignon döneminde papalar çok sayıda teolojik doktrin davasına bakmaya başlayınca curia dışında da ilahiyatçı görüşüne başvurma ihtiyacı duyuldu. İlahiyatçılar Avignon’a akın ettiler. Böylece hem tartışmaların odağında bulunuyorlar hem de papalar ara sıra görüşlerine başvurulanlara bile cömert ihsanlarda bulunuyordu. Ancak Avignon mahkemesinin pek çok durumda sadece temyiz mahkemesi gibi çalışmış olması mümkün.
Duhem’in tezi (1906-1913 arası) Tempier mahkûmiyetinin hayırlı olduğunu çünkü Hristiyan dünyasında modern bilimin önünü açtığını, yoksa radikal Aristoculuğa –veya İbn-i Rüşdçülüğe (Averroes)- mahkûm kalınacağını iddia eder. Edward Grant, Orta Çağda Fizik Bilimleri isimli kitabında bu (eskimiş) görüşe yakın durur. Luca Bianchi (1990, Il vescovo e i filosofi) bu görüşle adeta dalga geçerek anakronik ve ideolojik niteliğini açığa vurur. Konudan, yani tam olarak neyin tartışıldığından bile habersiz Paris Başpiskoposunun tüm zamanlarda geçerli evrensel bir mesajın taşıyıcısı ve modern bilimin önünü açan müdahalenin aktörü olarak gösterilmeye çalışılmasını “tüm zamanların İbn-i Rüşdçülerine” karşı –1960 ve 1970’lerde Marksizm ve Yapısalcılık olarak yeni halleriyle- ideolojik bir mücadelenin silahı olarak görür.
Oysa Roland Hissette Tempier’nin bizzat hocalardan çok Sanatlar Fakültesi’ni ve fakültede kök salan tartışılamayacak konuları tartışmaya açma pratiklerini hedef aldığını yazıyor. Hissette’in açıklamaları Sanatlar Fakültesinin hocalarının ve özellikle orada üretilenlerin hedef alındığını düşündürse veya varsaysa da, aslında her tür Pagan etkisine karşı, önerme temelinde ve Yunan ya da Arap kaynaklarını da söküp atmaya yönelik olduğu da iddia edilmektedir. Bir Katolik rahibi olan akademisyen John Wippel, Tempier mahkûmiyetlerinde Tommaso d’Aquino’nun da hedef alındığını –Hissette’in aksine- savunmaktadır. Kabul gören görüş bu saldırının Paris Üniversitesi’ne yönelik tarihteki en büyük saldırı olduğudur. Sanatlar Fakültesi’nde bizatihi tartışma yapılmasına karşı çıkıldığı, mahkûm edilen tezlerin sadece radikal Aristoculuğu değil, felsefenin teolojiden ayrı bir disiplin olarak gelişmesini durdurmaya yönelik olduğu iddiası da var. Duhem sonrası ilk yorum tartışmanın doktrin açısından önemini iman ve akıl arasındaki çatışmaya müdahale anlamında kavrıyor ve yeni bir Aristo karşıtı müdahale olarak tanımlıyordu.
Tempier, mahkûmiyet mektubunda sadece bir kaynağın adını vermişti: André le Chaplain’in yazdığı De Amore. Bu referansla sadece serbest aşk –libertinage- mahkûm edilmekle kalmıyor, öğrenci yaşamı ve büyücülük, ölü sevicilik, şeytan çağırma serbest aşkla ilişkilendirilerek düzensizliğin sonucu olarak gösteriliyordu. Acaba hocaların yaşamı farklı mı görülüyordu? Hoca olsun öğrenci olsun eğitimlilerin hayatına bir “yaşam tarzı” müdahalesi, artiens yaşamının düzen bozucu niteliğini vurgulama çabası açıkça görülebiliyor. Alain de Libera, Tempier’nin açıklaması olmasa belki de 1277’nin inançla akıl arasında gidip gelen üniversiteye bir müdahale ve Pagan kökenli doktrinlerin Sanatlar Fakültesi’nde yayılmasına bir direnç olarak görülmesi söz konusu olmayacaktı demekte. Bu durumda 1277 mahkûmiyetleri bir “radikal Aristoculuk” ya da Averroism (ibn-i Rüştçülük) eleştirisi olarak baştan netlik kazanacaktı.
Mahkûmiyetlerin anonim olduğunu, sadece kime ait oldukları söylenmeyen tezlerin mahkûm edildiğini belirtelim. Alain de Libera müdahalenin asıl nedeninin var olan bir sapma ve üniversite sınırlarını aşarak sokağa taşan bir libertinizm değil, bunların yokluğunda –ancak gelecekte olabilecekleri öngörüsünün varlığında- öngörüyle baştan yapılan önleyici bir saldırı olduğunu düşünmektedir. De Libera, asıl konunun entelektüelin doğuşuna müdahale ve aynı anlamda Paris üniversitesindeki “Arapçılık” akımına bir atak olduğunu da yazıyor. Konu sadece İbn-i Rüşt değildir: Konu Farabi, İbn-i Sina ve Gazali’yi de içeren genel bir çeviri ve etkilenme dalgasıdır. Ayrıca burada aşırıya kaçan tensel zevke olmaktan çok yeni başlayan ‘düşünme zevkine’ müdahale söz konusudur. 13-14. Yüzyıllarda “entelektüel” konusuna, genel olarak “özne” konusuna detaylı olarak değinmek gerekiyor çünkü ‘entelektüel olmayan özne’ terimde çelişkidir.