Ülke güçten düşünce…
Uluslararası ilişkilerde kesin kuraldır: Bir ülke güçten düşmeye görsün; daha da zayıflaması için hemen her yönden aşındırma başlar.
Rusya'nın bugünlerde yaşadığı da tam olarak bu.
Rus Lider Vladimir Putin'in Ukrayna'yı tümden işgal etmeye kalkışarak yaptığı hesap hatası, bugünlerde dünyanın çeşitli bölgelerindeki "Rus etkisinin" aşınmaya başlamasını da beraberinde getirdi.
Şangay İşbirliği örgütü zirvesinde mesela; Dünyanın en çok nüfusu sahip ve etkin iki ülkesinin, Çin ve Hindistan liderlerinin görüştükleri Rus lideri Putin'e açık seçik "artık savaşı durdur" mesajı vermeleri bunun göstergesi. Moskova'nın, dünyada kendisine yakın duran ülkeleri bile Ukrayna'da olası bir Rus zaferine inandıramadığını gösteriyor bu durum.
Rusya'nın zayıf düşmesine ilişkin bir başka belirgin örnek Kafkaslar'da yaşanıyor. Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'da başlayan çatışma, Rusya'nın 2020 yılında ağırlığını koyması ile ateşkes ile sonuçlanmıştı. Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle yalpalamaya başlayınca, hassas dengede duran bu ateşkes de bozuldu.
İşin ilginci, ateşkesten sonra ABD'nin bu bölgede hareketlenmesi. ABD Dışişleri Bakanı Blinken'in New York'ta Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada kullandığı ifadeler önemli; Blinken açıklamasında Çavuşoğlu ile "Güney Kafkasya'daki sorunu çözmek konusundaki ABD çabalarını görüştüğünü" söyledi. Oysa 2020 yılındaki Azerbaycan-Ermenistan savaşında, tüm arabuluculuk/ateşkes çabasını Moskova götürürken, ABD'nin esamesi bile okunmuyordu.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Ermenistan'a yaptığı ziyareti de bu açıdan okumak gerekiyor. Washington yönetimi belli ki Kafkaslarda Rus etkinliğini kırıp, Amerikan etkinliğini oluşturabilmek için her yönden seferber olmuş durumda.
Bu gelişmeler Kafkaslar'da Rusya ile birlikte diğer bir "oyun kurucu" ülke olan Türkiye açısından da kritik sonuçlar doğurmaya aday; ABD'nin Kafkas hamlesine karşı Ankara'nın nasıl bir tavır alacağı, Türk-Amerikan ilişkilerini de, Türk-Rus ilişkilerini de derinden etkilemeye aday.
PUTİN'İN "KISMI SEFERBERLİK İLANI"
Buna Rus Lider Putin'in yaptığı "kısmi seferberlik ilanını" da eklemek gerekiyor elbette;
Putin'in Kırım'da başarıyla uyguladığı planı, Donbass'ta da uygulamaya kalkıp, referandum yoluyla Donetsk ve Luhansk’ı - ve Rus güçlerin kontrolünde olan Kherson ve Zaporizhia bölgelerini - Rusya'ya bağlama çabası bu kez aynı kolaylıkla gerçekleşecek gibi görünmüyor.
Ukrayna'da işler Moskova'nın istediği gibi yürüyor olsaydı, Putin yaklaşık 300 bin yedek askeri göreve çağırır mıydı? Bir de aynı açıklamada Putin'in, Ukrayna savaşını "Rusya ile Batı arasındaki savaş" mertebesine çıkartmasının da altını çizmek gerekiyor. Rus lider, ülkesinin bu savaşta "elindeki her türlü imkanı kullanabileceğini" söylerek, nükleer silah kartını bile açma ihtiyacı duydu. Putin'in, karşılıklı yokoluş anlamına gelen ve "son çare" olan nükleer silahlara bile başvurabileceğini ima etmesi, tüm dünya açısından çok tehlikeli bir tırmanış, aynı zamanda da bir "güçten düşme" belirtisi.
ABD'NİN KIBRIS HAMLESİ
Rusya'da Putin'in yaşadığının farklı bir versiyonunu Türkiye'de de AK Parti hükümetinin yaşadığını söylemek mümkün. Yıllardır dış politikanın içeride oy devşirmek için kullanılması, olur olmaz atılan hamasi nutuklar, diplomasiyi bir tarafa bırakıp yapılan abartılı çıkışlar Türkiye'yi küresel ölçekte "yalnız" bir ülke haline getirdi.
Ancak bazı AK Partili yetkililerin tanımladığı gibi "değerli" bir yalnızlık değil bu. Nitekim, AK Parti hükümeti yalnızlığın değersizliğini görmüş olacak, son dönemde bunu kırmak için hamle üzerine hamle yapıyor. İsrail'le, Arap ülkeleriyle, son olarak da Suriye'yle yapılan barışma adımları bu açıdan okunmalı.
Ancak uluslararası ilişkiler ağı da gelişen bir yapı; dış politikada attığınız geri adımlar, sizi ilişkiler ağında başladığınız noktaya geri döndürmüyor.
Bu açıdan bakıldığında, AK Parti hükümetinin özellikle son yıllarda yaptığı dış politika yanlışlarından en çok yararlananların Rum-Yunan ikilisi olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye'nin diplomatik anlamda sürekli yalnızlaştığı dönemde Yunanistan, Ege'de hiç haklı olmadığı konularda, sadece üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin değil Washington yönetiminin de desteğini almayı başardı.
Yalnızlık, Türkiye'nin savunmasını da olumsuz etkiledi; Türkiye çok ihtiyacı olan 5. nesil savaş uçağı projesinden dışlanırken, 4. nesil uçaklar için bile ABD'ye "ricacı" konuma düştü. Türkiye'nin "rica" ettiği ancak hala ABD'den resmi onay alamadığı F-16 savaş uçakları modernizasyonunu, Atina hükümeti kolaylıkla sağladı. Geçen hafta modernize edilmiş iki F-16 uçağı Yunanistan'a teslim edildi. Fransa'dan Rafael uçağı satın alan Yunanlılar şimdi de F-35 savaş uçağının peşine düştü. Bunu da alabilecek gibi görünüyorlar.
Tüm bunlar, Ege'deki hava üstünlüğünün Yunanistan lehine değişmesi anlamına geliyor.
Bitmedi;
ABD geçen hafta bu kez Kıbrıs Rum Kesimi konusunda Türkiye açısından çok olumsuz bir karara imza attı. Rum Yönetimi'ne yönelik Amerikan silah ambargosu resmen kaldırıldı.
Türkiye'nin yalnızlığının sembolik bir fotoğrafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Central Park'ta yaptığı gezintide ortaya çıktı; Erdoğan New York'taydı ama, görüşebileceği dünya liderlerinin hemen hemen tümü Kraliçe II. Elizabeth'in cenaze törenine katılmak için Londra'daydı.
Sembolik ya da diplomatik;
Türkiye'nin son dönemde yaşadığı tüm bu unsurlar, uluslararası alanda "itibarın", ülke liderinin otobüse-dolmuşa binip binmemesinde değil;
Ülkenin uluslararası alanda yalnız kalıp kalmadığında yattığını gösteriyor aslında.