Ufukta ne yol ayrımı ne de ışık var

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Enflasyon, döviz kuru ve faizde baz etkisinin yoğunlaşması ve yaz mevsiminde doğal olarak yaşanan yumuşamanın katkısıyla göreli olarak istikrarlı bir dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki gelişmeler, büyük ölçüde hükümetin yakın geleceğe ilişkin politikalarının niteliği açısından ipuçları verecek. Ancak ortaya çıkan sinyaller, özellikle maliye politikaları bağlamında, hiç de geniş kitlelere umut verecek unsurlar içermiyor. Şimşek ve MB yönetiminin para politikası alanında rezervler ve rating gibi eksenlerde sağladığı rahatlama ise sadece bir ödemeler dengesi krizini önlemiş durumda; ama reel kesimin sıkıntıları, işsizlik ve enflasyon, hatta büyüme hiç de iyimserlik ilhamı vermiyor. Vergi gelirleri toplamı, 25 yılın rekorunu kırarken kamu harcamalarında bir azalma görülmediği gibi kamu hizmetlerinin milli gelir içindeki payı ve kalitesi sürekli düşüyor. Enflasyonda baz etkisi sona erdikten sonra % 38 olan yıl sonu hedefinin yakalanması zor görünüyor; nitekim MB piyasa beklenti anketi şimdiden %43’ü aşan bir düzeyde. Kaldı ki Ortodoks bir maliye politikasının gündemde olmadığı kamu harcamalarından ve hazine nakit açığından belli. Bu ay hazırlanacak OVP’de bütçe dengesi ve dış borç çevrimi nedeniyle yılsonundan önce bir yol ayrımına ve onun gerektirdiği yeni tedbirlere gidilip gidilmeyeceği biraz daha netleşebilir.

Büyüme ve enflasyon muhasebesi

Dün açıklanan ikinci çeyrek büyüme rakamları, %3 olan beklentilerin altında %2,5 gibi bir büyüme sağlandığını, ancak bunun esas itibariyle hizmetler ve inşaat’tan geldiğini, asıl olan sanayi’de ise 2019’dan beri ilk defa %1,8 (imalat sanayiinde %2,9) daralma yaşandığını gösteriyor. GSYH içindeki payı %20’nin de altına düşen imalat sanayiinin durumu büyüme açısından olduğu kadar enflasyon açısından da üst düzeyde alarm veriyor. Yavaşlamanın iç talebin yavaşlamasından kaynaklandığını belirten Şimşek, büyümenin dengelendiğini ve dezenflasyon sürecine girdiğimizi ifade etti. Geçen yıl aynı dönemde %3,9 olan büyümede yavaşlama trendinin giderek bir durgunluğa dönüşüp dönüşmeyeceği tartışılıyor ama hükümetin bunu engellemek için kur, faiz ve kredi politikalarında revizyonlarla ilerlemesi bu bağlamda yılsonuna doğru kur kontrolünü bir miktar gevşetip küçük te olsa faizde indirim sürecini başlatması muhtemel. Görünür gelecekte köklü bir model değişikliğine ve bunun önkoşulu yapısal reformlara gönüllü olmadığı açık.

İşletme sermayesi kısıtı ve finans erişimi konusunda sıkıntılı olan reel kesim, bir de enflasyon muhasebesinin yol açtığı ekstra vergi yüküyle baş etmek zorunda. Aslında 20 yıl önce de enflasyon muhasebesi ile vergi yükünün mutlaka düşeceği gibi bir genellemeyle beklenti içinde olan şirketlerimiz, belli ki aynı hataya yeniden düştü. Özkaynak yetersizliği dolayısıyla büyümelerini borçlanarak yaptıkları geçmişte edindikleri sabit kıymetlerin ve stokların yeniden değerlenmesi yoluyla realize olmamış kazançlarının vergilendiğini düşünüyorlar ve aslında bizim ekonominin kendine özgü koşullarında haksız da değiller. Ama geçmişte gider yazdıkları faizlerin enflasyon nedeniyle kendilerine kazandırdığı vergi avantajının kısmen de olsa geri alınması anlamına geldiği için düzeltme yöntemi teknik olarak doğru. Sadece faizi gider yazılmayarak aktifleştirilmiş sabit kıymetlerle ilgili bir haksızlığın giderilmesi lazım. Stoklarda ise maliyetler de yeniden değerlendiği için aleyhte bir durum oluşmuyor. Özkaynağı güçlü olan veya sermaye arttırımı yapmış olan şirketler ise bu ölçüde zarara uğramış sayıldıkları için daha az vergi ödeyecekler. Mekanizmanın net sonucu enflasyon kazancı ise bunu reel kesime enflasyon nedeniyle sağlanan bir teşviğin kısmen geri alınması olarak değerlendirmek mümkün. Özkaynakları ile aktifini büyüten şirketler ise yerine koyma maliyeti yükseldiği için vergi indirimi ile bunu bir ölçüde telafi etmiş olacaklar.

Reel kesimde alarm

Reel kesimdeki sıkıntı, yavaşlama ya da durgunluk dönemlerinde serbest piyasa ekonomisinin doğasında olan “verimsiz ve güçsüz şirketlerin yerini rekabetçi şirketlerin alması” süreciyle izah edilebilecek nitelikte değil. Arz ve üretim yönlü politikalar gündemde olmadığı ve eşanlı olarak iç talebin kısılması, iç maliyetlerin yükselmesi ve döviz kurunun baskılanması hedeflendiği için hem iç piyasada hem yurt dışına satışlarda zorlanıyorlar. Buna bir de kredi erişiminde, kaynak ve ihale dağılımında, vergi uygulamasında ayrımcılık/ kayırmacılık eklenince zaten yetersiz olan özkaynaklar aşınıyor. Durum nakit akışında tıkanmaya dönüşünce iflas ve konkordato başvurularının neden arttığını anlıyoruz. 2023’te bütün yıl 650 konkordato başvurusu varken bu yıl 6 ayda 1300 konkordato olması %400 artış anlamına geliyor. Üstelik bu şirketlerin çoğu otomotiv ve inşaat gibi öncü sektörlerde ve büyük ilerde yoğunlaşıyor.

Kamusal mallara zamların devam etmesi ve dolaylı vergilerin artışı dezenflasyondan ziyade durgunluk trendini destekleyecek belirtiler. Üstelik bütçe ve Hazine nakit açığının da süreceği belli iken, dolarizasyon da azaltılmamış olmalı ki KKM’lerin süresi uzatıldı. OVP’nin açıklanmasını bekleyeceğiz ama mevcut görünüm maalesef ufukta Türk ekonomisinin “küme düşmesi” olduğuna işaret ediyor.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar