Ucuz iş gücü…

Zeynep GÜRCANLI
Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Önce Suriye’den gelenler, şimdi İran sınırından yüzlerce kişilik kafileler halinde geçen Afganistan vatandaşları; Bunlara, sayıları daha az da olsa, Afrika’dan, uzak Asya’dan gelenleri de ekleyin. Türkiye’nin ciddi bir sığınmacı problemi olduğu aşikar.                  

Ülkelerindeki savaştan, çatışmadan, baskıdan kaçan, asıl amacı Türkiye üzerinden Batı’ya geçmek olan sığınmacılar- mülteci değil de sığınmacı ifadesinin kullanılma amacı, Türkiye’nin mültecilerin uluslararası statüsünü belirleyen Cenevre sözleşmesine koymuş olduğu çekince. Bu çekince çerçevesinde Türkiye, ülkenin doğusundan gelen kişilere mülteci statüsü tanımıyor- , ülkede giderek kalıcı hale geliyor. Statü, dolayısıyla hak sahibi olamadan, fakirlik içinde, üstelik kimi zaman hor görülerek sürdürülmeye çalışılan çok zor bir yaşam bu.               

Ancak belli ki AK Parti hükümetinin Türkiye’ye hala binli sayılarla akmaya devam eden gündelik sığınmacı akınından pek bir rahatsızlığı yok. Hatta AK Parti sözcülerinin, mesela AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Özhaseki’nin, ya da AK Parti Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ın “Suriyeliler giderse, ülke ekonomisi çöker” sözlerinden, izlenen sığınmacı politikasının “son derece bilinçli”, bir amaca yönelik olduğu ortaya çıkıyor.            

Peki ne olabilir milyonlarca sığınmacıya Türkiye’nin kapılarını sorgusuz sualsiz açmanın AK Parti hükümeti açısından amacı?

Çin’in boşluğunu doldurma

Batı dünyasında, ABD’nin başını çektiği Çin’e karşı dışlama, yalnızlaştırma politikası son dönemde iyiden iyiye hız kazandı. COVID-19 pandemisi ile de bu politika ekonomiye yansıdı, Çin’in tedarik zincirlerinden olabildiğinde dışlanmasına yönelik tavır hızlandı.                 

Batı’ya oranla görece ucuz iş gücü, ara malların üretiminde Çin’i öne çıkarmış, hatta- Pekin yönetiminin son dönemde yabancı sermaye girişini bir ölçüde kolaylaştıran adımları çerçevesinde- üretim üslerinin bir bölümü Çin’e kaymaya başlamıştı.               

Şimdi bunun tam tersi olarak yaşanan trend içinde, AK Parti hükümeti belli ki Çin’in boşaltacağı tedarik zincirinin en azından bir bölümüne Türkiye’yi yerleştirmeye çalışıyor. Ancak bunun için Çin’le rekabet edecek ölçüde ucuz iş gücü gerekiyor. Bunu da Suriyeliler ve Afganlarla sağlanmaya çalışıldığı ortada.   Statüsü ve hakkı olmayan Suriyeli’nin, Afgan’ın değil sendika üyesi olmak, iş kazalarında bile hakkını arayamayacağı, alamayacağı açık. AK Partili sözcülerin açıklamaların altında da tam olarak sığınmacı-işçilerin bu durumları yatıyor.      

Avrupa Birliği ile pazarlık unsuru

İşin bir de siyasi boyutu var elbette; AK Parti hükümeti döneminde Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri tam üyelik müzakereleri sürecinden çıkıp, “sığınmacı pazarlığına” oturmuş durumda.              

Türkiye’nin milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapması karşılığında, Avrupa Birliği’nin ülkedeki demokrasi eksikliklerine, yönetim sisteminde otokratik yapıya doğru gidişe, basın ve ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara karşılık “sessizlik” bekleniyor. AB de buna teşne elbette.                

Hatta bu sessizliğin üzerine bir de Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için kullanılmak üzere para bile vermeye razı Avrupalı siyasetçiler; Şimdiye kadar gelen 3 + 3 milyar Euro ile, halen müzakeresi yapılan 3. parti 3 milyar Euro bunun işareti.              

Bu bakışın en net dışa vurumu ise son birkaç haftada Almanya Başbakanı Merkel’in ve Avusturya Başbakanı Kurz’un açıklamaları; Merkel ‘in “Türkiye, Suriyeli sığınmacılara çok iyi bakıyor” ya da Kurz’un “Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa, herkesin Avusturya, Almanya ya da İsveç’e gelmesindense, Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru yer olarak görüyorum” sözleri tesadüf değil. AK Parti hükümetlerinin bugüne kadar sığınmacı sorununa, “AB ile para müzakeresi” olarak bakma politikasının bir sonucu.              

Afganlar, hem ucuz iş gücü hem ABD ile ‘kolaylaştırıcı’

Son dönemde Afganistan’dan kafileler halinde gelen sığınmacıların durumu da AK Parti hükümeti açısından hem ekonomik, hem de siyasi bir “kaldıraç” niteliğinde görünüyor.                 

Türkiye güçlü bir ülke; sınırlarını korumaya da elbette muktedir. Ancak son dönemde yüzlerce kişilik kafileler halinde, gündüz saatlerinde bile İran üzerinden Afgan sığınmacı girişleri, sınırların bilerek ve isteyerek açık tutulduğu, geçişlerin görmezden gelindiği izlenimini veriyor.            

Belli ki, Türkiye kamuoyu Afgan sığınmacıların gelişlerini, Türkiye’de yaşadıkları koşulları konuştukça, AK Parti hükümetinin NATO ve ABD’nin çekildiği Afganistan’a Mehmetçik göndermesine yönelik muhalefetin azalacağı hesapları yapılıyor.            

Üstelik aynı Suriyeli sığınmacıların AB’yle pazarlık unsuru olması gibi, hem Afganistan’dan gelen sığınmacıların, hem de Kabil Havaalanının korumasının üstlenilmesinin Washington yönetimi ile ilişkilerin düzeltilmesi için bir araç olarak kullanılması söz konusu.            

Tüm bu ekonomik ve siyasi mülahazalar bir yana, üzerinden pazarlıklar yapılanların insan olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye’deki sığınmacı sayıları arttıkça, insani trajediler de artıyor. Haksız, hukuksuz, statüsüz sığınmacıların yaşadığı trajedilere, sığınmacı ucuz iş gücü artışı ile işsiz kalan Türk gençlerinin trajedileri de ekleniyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İki kritik tarih 21 Ekim 2024