Üç soru üç yanıt
✔ Makro değişkenlerin eğilimlerinde keskin dönüşlerin yaşandığı dönemlerde, bir yıl öncesi ile yapılan karşılaştırmalar yararlı olmayabiliyor. Oluşması beklenen yeni eğilimi daha iyi sergileyebilmek için bir çeyrek ya da bir ay öncesine kıyasla değişimlere bakmak gerekebiliyor.
Politika faizi konusunda birkaç noktaya değinmek istiyorum. Şu soruyla başlayayım: Bazı kredi faizlerinin çok yüksek olması, politika faizinin daha fazla yükseltilmesi ihtiyacını ortadan kaldırıyor mu? Özellikle ihtiyaç kredisi ve kredi kartı faizleri diğer kredi faizlerine ve mevduat faizlerine kıyasla yüksek. Oysa tüm kredi faizlerinin birbirleriyle uyumlu ve enflasyonda düşüş sürecinin başlatacak düzeyde olması gerekiyor. Öte yandan, en yüksek mevduat faizi olan bir-üç ay arasındaki vadelerdeki mevduatlar için geçerli olan faiz bile, üç ay sonrası -2023 sonunda- gerçekleşmesi beklenen enflasyonun çok altında. Bunun enflasyonu ve dolarlaşmayı düşürmeye yaramadığı ortada. Politika faizi, mevduat ve kredi faizleri arasında bu kadar fark olması iyi bir şey değil.
İkinci soru şöyle: Peki, faizde şok bir artış zararlı mı? Politika faizindeki kademeli artışın önemli nedenlerinden biri, ‘şok’ artış yapılırsa büyümenin ve istihdamın olumsuz etkileneceğinin düşünülmesi. Üç noktaya dikkat etmekte yarar var.
Birincisi, hemen seçim sonrasında faiz yüzde 8,5’ten yüzde 30’a çıkarılsaydı ya da son Para Politikası Kurulu toplantısında yüzde 25’ten yüzde 40’a yükseltilseydi, salt başlangıç düzeyleri dikkate alındığında evet bunlar birer şok olacaktı. Ama önemli olan enflasyona göre faizin ne düzeyde olduğu. Her iki durumda da enflasyonun o zamanki düzeyleri ve bir süre sonra ulaşacağı tahmin edilen değerler dikkate alındığında bu faizler hala önemli ölçüde negatif reel faiz anlamına geliyorlardı. Dolayısıyla, büyümeye ve istihdama olumsuz etkileri olmaları beklenmezdi ya da bu olumsuzluklar oldukça sınırlı kalırdı. Bu anlamda şok değillerdi.
İkincisi, faizin yükseltilmesinin büyümeyi artırıp işsizliği azaltacağı görüşü temel bir noktayı atlıyor. Şu: Türkiye’nin önemli sorunlarına çözüm bulmayı amaçlayan kapsamlı bir ekonomi programının uygulamaya sokulması ile eş anlı olarak bu faiz artırımı yapmanın sonuçları başka, sadece faizi artırmakla yetinmenin sonuçları çok başka. Evet, ikincisi -faizi enflasyonun belirgin biçimde üzerine çıkarmak koşuluyla- büyüme ve istihdamı olumsuz etkileyebilir. Ama ilkinde, Türkiye’nin risk primi önemli ölçüde düşeceği, belirsizlikler azalıp planlama ufku genişleyeceği ve Türkiye yatırım yapılabilir bir ülke haline dönüşeceği için büyüme ve istihdamın olumsuz etkilenmesi beklenmez. Burada ‘yatırım yapılabilir’ derken hem kapasite artırıcı fiziki yatırımları kastediyorum hem de yurtdışından sermaye girişlerini.
Üçüncüsü, 2023 sonundan itibaren enflasyonun kesintisiz biçimde düşeceği tahmin edilmiyor. Tersine, hem TCMB hem OVP bugünden 2024’ün ilk yarısının sonlarına doğru enflasyonun hep yükseleceğini öngörüyor. Dolayısıyla, 2024 sonu tahmini olan yüzde 33’e ulaşmak için en fazla altı aylık bir süre kalıyor. Politika faizini kademeli artışlarla ancak 2024 başlarında yüzde 40’a yükseltmenin dolayısıyla önemli bir riski var.
Üçüncü soru: TCMB iletişimde yıllık enflasyon yerine aylık enflasyonu öne çıkarmalı mı? Yanıtım ‘evet’ şeklinde. Zaten TCMB aylık enflasyonun bundan sonra giderek düşeceğini de vurgulamaya başladı. Makro değişkenlerin eğilimlerinde keskin dönüşlerin yaşandığı dönemlerde, bir yıl öncesi ile yapılan karşılaştırmalar yararlı olmayabiliyor. Oluşması beklenen yeni eğilimi daha iyi sergileyebilmek için bir çeyrek ya da bir ay öncesine kıyasla değişimlere bakmak gerekebiliyor. Enflasyon açısından böyle bir söylem değişikliğini yapmak elbette kolay değil ama aylık gelişmeler daha fazla vurgulanırsa, ikinci soruya ilişkin belirttiğim üçüncü noktada ortaya çıkan riski azaltmak mümkün olabilir.