Türkiye’nin sağlık geleceği

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

A. LEVENT ALKAN

EKONOMİST

Eğitim şart, bu klişe 2019’dan öncesinde etkiliydi. Covid 19 pandemisi, bu klişeye çok ince bir ayar verdi. 2000 sonrasında doğanlar için bu klişe, “sağlık şart” şekline dönüştü. Dünya’dan başımızı kaldırıp, Türkiye özeline inmek istersek, 2008 sonrası için bu kez klişe, “hukukun üstünlüğü şart” şeklini aldı. Adalete dayanan özgürlük ve bağımsız hukuk sistemi bir anda her şeyin önüne geçti. Türkiye’nin 2016-2023 donemi küresel hukuk endeksi sıralaması 37 sıra geriledi. Bir kaç hafta önce , “adalete dayalı özgürlük bu toplumun geleceğidir” makalesinde (https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/adalete-dyali-ozgurluk-bu-toplumun-gelecegidir/763258) konuyu detaylıca ele aldım. Burada yer alan grafikler büyük resmi ortaya koymada önemli bir katkı sunuyor.  

BM gelir sınıflandırmasında Türkiye’nin bulunduğu orta yüksek gelirli ülkeler grubunun kamu sağlık harcamaları milli gelirin %7,2’si kadardır. Yüksek gelirli ülkeler %9, düşük orta gelirli %5,4 ve düşük gelirliler %6,9 harcama payı alırlar.  Sınıflandırma tanımı 4 farklı grubun 4 farklı kamu sağlık altyapısını irdeler.  Küresel sağlık altyapısında oluşan dönüşümlere ve değişimlere açıklık getirir.  

Şehir Hastaneleri projesi ile kamunun ne kadar ödeme gerçekleştiriyor olduğunu bilemiyoruz. Üstüne üstlük, gelecekte de ne kadar borcumuzun kaldığını da bilemiyoruz. Bildiğimiz, proje kapsamında  kamu hastanelerini kapatılarak şehir hastaneleri şehrin dışında tekrar inşaa edilecek olmasıdır. Toplam hasta talebinin yeni kurulan şehir hastaneleri üzerinden karşılanması halk ve sağlık çalışanları taraf olarak ekstra sorumluluklar yüklenmek zorunda kaldılar. Doktor ve hemşirelerde ortaya çıkan hoşnutsuzluk, bu kesimin ibrelerinin yurtdışına çevrilmesine neden oldu. Yurtdışı mesleki denklikleri elde edebilir edilmez, bu insanlar soluğu yurtdışında aldılar. Çok geçmeden de o ülkelerin işgücüne eklemlendiler. Avrupa, ABD, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Hong Kong gibi ülkelerde çalışmaya başlayarak ana vatandan koptular. Hazır, yetişmiş vasıflı işgücünü tam verimli olacakları dönemde yurt dışına salmak, ülke için insan başına ortalama çeyrek milyon dolar kayba neden oldu.  

Kamudan özele geçmişlerse de kısa dönemli avuntumuz oldular.  Antonio Gramsci “eski öldü, ama yeni de doğamıyor” ifadesini  tam da bugünler için söylemiş.  Kamu sağlık altyapımızın durumunu anlatmak için, aşı fabrikalarının yerine modern, çağdaş, verimlilerini koymadan, kapatmış olmamıza bakarak anlamak mümkün. Dünya hiç planda yokken, Covid-19 pandemisi ile karşı karşıya kaldı. Türkiye ilk kez “plan yok, pilav var” sloganının açısıyla bu kadar derinden yüzleşti.

Aşı fabrikasız Türkiye, bilimi takip edememiş, plansız geçmiş 70 yılın faturasını 2019’da ödemek zorunda kaldı. Oysa daha birkaç yıl önce, Refik Saydam, HıfsıSıhha verimsiz bulunup kapatılmıştı.  Oysa daha yüzyılın başında bu kuruluşlar, dünyaya aşı desteğinde bulunmuşlardı. O yıllarda Mehmet Akif Ersoy şunları mısralarına dökmüştü: Hadi gel yıkalım şu/ Süleymaniye’yi desen,/ İki kazma kürek,/ İki de ırgat gerek,/ Ancak hadi gel yapalım/ Şunu geri desen,/ Bir Sinan, bir de/ Süleyman gerek. 

Suriye, İran, Irak sınırları ardına kadar açık. Türkiye’nin geçici sığınmacı toplamı nedir bilinmiyor. Muhtelif ölçümlerde 13 milyon ile 17 milyon arasında değişiyor.  Afgan, Suriyeli, Afrikalı, tüm dünya vatandaşları ülkelerine geri gönderilebilmelidir. Yoksa Türkiye’nin geleceği belirsiz. Türk vatandaşı olmayan geçici sığınmacılar, kamu sağlık hizmetlerinden yararlandıkları için güncel toplam kamu sağlık yükü de belirlenemiyor.

Ne dileyelim: Ottowa antlaşmasından çıkılarak, sınır güvenliğini mavi vatanı da kapsayacak şekilde yeniden tesis edebildigimiz günleri ümit edelim. Sağlıkta geleceği doğru okuyup, bilimsel, objektif verimli yatırımlar oluşturmak yönünde seferber olabilelim. Yurtdışındaki vasıflı insan gücümüzün de desteğini geri kazanmayı başararak, bilimi önceleyen  Türkiye’yi yeniden yapılandırabilelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar