Türkiye’nin kritik seçimi: Bizi bekleyen üç senaryo
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki dağılım iki hafta önce belli olmuştu. Dün ise ülkeyi beş yıl yönetmesi öngörülen cumhurbaşkanı seçildi. Bu yazı yazıldığı sırada oy kullanımı devam ediyordu ama siz okuduğunuzda sonucu biliyor olacaksınız. Seçimi hangi aday kazanırsa kazansın, yeni yönetimin önünde kritik bir seçim duruyor: Türkiye ekonomide son iki yıldır uygulanan politikalarda ısrar edecek mi? Yoksa “Şimdi değişim zamanı” diyerek ekonomiyi kısa vadede istikrara kavuşturmaya ve orta ve uzun vadede ise yapısal sorunlarını çözmeye odaklı yeni bir politika setini uygulamaya başlayacak mı?
Bizi bekleyen üç ana senaryo var.
- Bunlardan ilki mevcut uygulanan modelde ısrar etmek. Yaklaşık son iki yıldır uygulanan mevcut modelin Türkiye ekonomisini getirdiği yer belli: Yüksek enflasyon, yüksek iç ve dış açıklar, yüksek işsizlik. Bunlara ek olarak, seçimden bir önceki iş gününün tablosunda döviz cinsinden mevduatlara verilen astronomik faizler, TL cinsinden mevduatlara verilen son 20 yılın en yüksek faizi ve döviz çekme talepleri karşılanmayan mevduat müşterileri vardı. Uluslararası piyasaların en gözde risk göstergesi olan CDS primi 700 gibi çok yüksek bir seviyede seyrediyordu. Türk lirasının cazibesi kaybolmuştu; yabancı yatırımcılar Türkiye’den uzak duruyordu. Bu modelde ısrar etmek döviz tarafındaki sıkıntıların sürmesine ve sermaye akımlarının daha sıkı yönetilmesine, bazı kontrollerin getirilmesine neden olabilir.
- Diğer senaryo ise mevcut modeli terk etmek; yani değişime gitmek. Değişim senaryosunda her şey bir anda güllük gülistanlık olmayacak. Toplumun farklı kesimlerinin farklı maliyetler üstlenmek zorunda kalacağı bir süreç olacak. Son yılların, henüz ne olduğu tam olarak anlaşılamayan “heterodoks” politikalarının yerine daha geleneksel ekonomi ve daha ortodoks para politikasına dönüşün yanı sıra, ekonomideki kritik kurumların ve kurumsal yapının güçlendirilmesi gerekecek. Değişim senaryosunun başarısı ilk etapta yerli ve yabancı yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin Türkiye ekonomisine güven duymaya ikna edilmesinde yatıyor. Son dönemde ikili devlet ilişkileri devreye sokularak elde edilen ödünç paralarla sağlanan denge yerine sermaye girişlerinin tekrar normal dönüşünü sağlamak gerekiyor. Hazine’nin uluslararası sermaye piyasalarından makul maliyet ve vadelerle borçlanabilmesinin önü tekrar açılmalı; yastık altına ya da dışarıya giden dövizlerin tekrar sisteme dönüşü sağlanmalıdır.
- Üçüncü bir seçenek daha var: Ekonomiyi düşe kalka götürmek. 2024 yılı Mart ayından Türkiye tekrar seçimlere gidiyor. Bu ay yapılan seçimler gösterdi ki; Türkiye’deki politikacılar seçimi kazanmak için ne pahasına olursa olsun çok radikal bir seçim ekonomisi uygulayabiliyorlar. Göreve gelecek yeni yönetim, son seçim ekonomisi şiddetinde olmasa bile 2024 yerel seçimlerini “düşünerek” daha “orta yolcu” bir bakışla kısa vadede istikrarı sağlayıp sonra işi rölantiye alarak idare etme yoluna gidilebilir. Bana göre olasılığı en yüksek senaryo bu.