Türkiye’de direnci sağlamanın maliyeti
Humberto López
Dünya Bankası Türkiye Ülke Direktörü
Birkaç hafta önce Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD) tarafından sürdürülebilir kalkınmanın finansmanını tartışmak için düzenlenen bir etkinliğe katılmam için bir davet aldım; daha sonra, Dubai’deki COP28 toplantıları kapsamında bir panele katılarak net sıfır dünyaya geçiş sürecinde özel sektörün rolü hakkında görüşlerimi ifade ettim. Bu etkinlikler için konuşma notlarını hazırlarken, (i) Türkiye'de doğal afetlere (hem iklim değişikliğine bağlı hem de deprem gibi) karşı direnci sağlamanın maliyetinin ne olacağını ve (ii) bu kaynakların özel sektörden mi yoksa kamu sektöründen mi gelmesi gerektiğini gösteren hiçbir değerlendirme olmadığını fark ettim. Bunun akademik veya tamamen analitik bir ilgi alanının ötesine geçen ve açık bir şekilde politika arenasına temas eden önemli bir konu olduğunu belirtmek istiyorum.
Peki, neden bahsediyoruz?
Türkiye’de direnci sağlama konusunu düşündüğümüzde aklımıza gelebilecek ilk şey, 6 Şubat 2023 depremlerinden etkilenen bölgelerdeki iyileştirme ve yeniden inşa faaliyetleri olabilir. Depremden etkilenen bölgelere birkaç kez gittim ve daha önce de belirttiğim gibi Dünya Bankası'nda bulunduğum 27 yılı aşkın süre boyunca Türkiye'nin güneyinde gördüğüm seviyedeki bir yıkımı daha önce hiç görmedim. Depremlerin hemen sonrasında, bankadaki çalışma arkadaşlarımız tarafından hazırlanan “Küresel Hızlı Afet Sonrası Hasar Tahmini (GRADE)” raporunda, depremlerin yol açtığı doğrudan hasarın maliyetinin 34 milyar ABD Doları olduğu tahmin ediyordu. Ancak deprem yaşanan ülkenin Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan bir rapora göre iyileştirme ve yeniden inşa ihtiyaçları (finansal açıdan daha anlamlı bir değişken) 82 milyar ABD Doları civarında olacaktır. Dünya Bankası değerlendirmesinde, hasar kategorilere ayırıldığında, hasarın yüzde 50'den biraz fazlasının konut binalarından kaynaklandığı, yüzde 30'a yakınının konut dışı binalardan kaynaklandığı (hem kamu hem de özel), geri kalanının ise kamu altyapısına ait olduğu ortaya konulmuştur. Bunu bir bağlama oturtacak olursak, 82 milyar ABD Doları Türkiye'nin bir yılda eğitime yaptığı harcamanın yaklaşık 4 katı kadardır.
Açık bir şekilde, tek bir olayın (birbiri ardına yaşanan iki depremi tek bir olay olarak ele alacak olursak) 80 milyar dolarlık maliyete yol açtığını gördüğümüzde, 6 Şubat hasarının tekrarlamasını önlemek amacıyla mevcut bina stokunu dirençli hale getirmek için ne yapılması gerektiğini sorgulamak oldukça doğaldır. Ancak Türkiye'nin şehirlerinde modern deprem yönetmeliklerinin uygulamaya konulduğu 2000 yılından önce inşa edilen mevcut konut stokunun çoğunluğu deprem risklerine karşı oldukça kırılgandır; yaklaşık 6,7 milyon konut binasının dirençli hale gelmesi için yapısal olarak güçlendirilmesi gerekmektedir. Yine Dünya Bankası'ndaki çalışma arkadaşlarımız 2021 yılında bunu yapmanın maliyetinin yaklaşık 465 milyar ABD$ olacağını tahmin etmişti. Bu rakamı yine bir bağlama oturtmak gerekirse, Türkiye'nin GSYH'si (yani ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin değeri) 2022 yılında 906 milyar dolardı.
Şimdi iklim değişikliğine karşı direnç konusuna geçecek olursak, bu konu ne yazık ki giderek acil hale gelen bir konudur. Örneğin, 2021 yılında Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi’nde yaşanan taşkınlar neredeyse 100 kişinin hayatını kaybetmesine yol açarak kamu ve özel mülkiyetli altyapıda hasara veya tahribata sebep olmuştur. Benzer şekilde, 2021 yılında Akdeniz bölgesinde yaşanan veya 1700 kilometrekarelik orman alanının yanmasına yol açan orman yangınlarının ülkede bugüne kadar yaşanan en kötü orman yangını olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, Marmara Denizi’nde deniz yaşamını nefes alamaz hale getiren, balıkçılık sektörüne zarar veren ve Karadeniz’e olan tek denizyolu erişimini engelleme riski yaratan bir müsilaj olayı da yaşanmıştır. Bunlar sadece etkilenen toplulukları etkilemekle kalmayan, aynı zamanda daha genel anlamda tüm ekonomiyi etkileyen ve ulusal çapta müdahale gerektiren olaylardır.
İklim değişikliğine karşı önemli kırılganlıklara sahip bir ülke olarak, Türkiye, 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmak da dahil olmak üzere iddialı uluslararası taahhütlerde bulunmuştur. Dünya Bankası'nın Ülke İklim ve Kalkınma Raporu'na göre, 2022-2040 döneminde bu yönde ilerleme kaydetmenin maliyeti (net bugünkü değer bazında) 647 milyar ABD$ olacaktır. Bu maliyet içerisinde enerji, konut, ulaşım, orman, tarım ve sanayi sektörlerindeki yatırımlar ile azaltma ve direnç oluşturma çabalarının maliyetleri yer alacaktır. Ülke İklim ve Kalkınma Raporundaki analizde ayrıca gerekli yatırımın yaklaşık yarısının kamu sektörüne, diğer yarısının ise özel sektöre tahakkuk edeceği sonucuna varılmıştır.
Türkiye’de direnci sağlamanın maliyetine ilişkin üç bileşeni topladığımızda, ülkenin 2022 yılındaki GSYH’sının yüzde 130’una karşılık gelen yaklaşık 1,2 trilyon ABD Doları rakamına ulaşıyoruz. Bu, depremin toparlanma ve yeniden inşa maliyeti (82 milyar ABD Doları), depreme karşı dayanıklılık oluşturma maliyeti (465 milyar ABD Doları) ve İklim Değişikliği ihtiyaçlarıyla ilgili maliyetin (647 milyar ABD Doları) toplam halidir. Bu tahminlerin hataya tabi olduğunu biliyorum. Ancak, tahminlerin altında yatan analizin kapsamlılığı şu sonuçlara ulaşmak için bizlere yeterli rahatlığı vermektedir: (i) Türkiye'de direnci sağlamak uzun yıllara yayılan çok önemli miktarda finansal kaynak gerektirecektir ve (ii) bu sadece kamu sektörünün görevi değildir, kamu sektörü ile özel sektörün işbirliğini, koordinasyonunu ve ortaklığını gerektirecektir.
Bizler Dünya Bankası’nda bu alanlarda ilerleme sağlamak için kamu sektörü ve özel sektör ile birlikte çalışıyoruz, direnci oluşturmak için kaynak sağlıyoruz ve ekonominin kamu ve özel sektör tarafları arasında yeterli koordinasyonu sağlayacak mekanizmalar oluşturuyoruz. Örneğin, deprem sonrasında onaylanan 1 milyar ABD Doları tutarındaki Deprem Sonrası İyileştirme ve Yeniden İnşa Projesi, belediye altyapını ve kırsal konutları dirençli bir şekilde yeniden inşa etme çabalarını desteklemektedir. Öte yandan, 512 milyon ABD Doları tutarındaki İklime ve Afete Dayanıklı Şehirler Projesi ile 450 milyon ABD Doları tutarındaki Deprem, Taşkın ve Orman Yangını Acil Durum Yeniden İnşa Projesi, mevcut belediye altyapısı ile konutları deprem dahil olmak üzere doğal afetlere karşı dirençli hale getirmeye yönelik çabaları desteklemektedir. Son olarak özel sektörün finansmana erişimini sağlayarak ülkedeki enerji dönüşümünü destekleyen bazı projelerimiz de bulunmaktadır. Bunlar arasında 450 milyon ABD Doları tutarındaki Yeşil Sanayi Projesi (KOBİ'lerin yeşil dönüşümünü desteklemektedir) ve 405 milyon ABD Doları tutarındaki Yeşil Finansman (iklim finansmanını genişletmek için bir özsermaye fonu oluşturmaktadır) yer almaktadır. Ayrıca özel sektörün Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenlemesine (CBAM) uyumunu desteklemeye ve çatı üzeri güneş panellerinin kurulumu için finansman sağlanmasına yönelik hazırlanmakta olan projelerimiz de bulunmaktadır.
Bu hepimizin birlikte çalışmasını gerektirecek büyük bir görevdir.