Türkiye ve Rusya ilişkileri, ince bir denge meselesi
Geçtiğimiz hafta Rusya Başkanı Vladimir Putin ile Suriye diktatörü Beşar Esad’ın buluşması esnasında Suriye’ye yabancı güçlerin müdahalesi konusu gündemE geldiğinde Putin, dolaylı da olsa, Türkiye’nin kendi işine bakmasına ve kuvvetlerini Suriye’den çekmesine ihtiyaç olduğunu ifade etti. Eleştirisinin iki yönü bulunuyordu: Bir yandan ülke ismi vermeyerek Türkiye’ye karşı açıkça hasmane bir tutum sergilemekten uzak durmuş, diğer yandan düşüncelerini kamuoyu önünde ifade ederek Rusya’nın dostluğunun bir garantisi olmadığını da dile getirmişti. Ruslar, rejim karşıtlarının son büyük dayanak noktası olan ve Türkiye’nin söz sahibi olmakta devam ettiği İdlib’de Suriye hükümetinin atacağı her adımı destekleyeceklerini şu ana kadar ifade etmiş değiller, fakat Türk-Rus ilişkisinin sorun yaşadığı da kesin. Bu ince denge oyunu daha ne kadar sürebilir?
Türkiye Suriye’deki mevcudiyetini nasıl savunmaya devam edebilir; oradaki varlığını sürdürebilir mi?
Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye sevk eden gerekçeler arasında Irak’tan Akdeniz’e kadar ulaşan bağımsız bir Kürt biriminin kurulması ihtimali de vardı. Türkiye bu ihtimalin kendisi açısından ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu değerlendirdi ve gerçekleşmemesi için Suriye’deki savaşa müdahale etme kararı aldı. Bu adımının sonucunda sadece Suriye ile değil onun baş destekçisi Rusya ile de çatışmaya sürüklenmiş bulunuyor. Böyle bakılınca, Türkiye açısından güvenlik sorununun devam ettiği söylenebilir. ABD kuvvetleri de Suriye’nin kuzeyindeki varlıklarını ve PYD/YPG’ye sağladıkları desteği sürdürüyorlar. Hatta, geçtiğimiz hafta ABD Merkez Komutanı YPG’nin ileri gelenlerinden Mazlum Kobani ile görüşerek ülkesinin desteğini tekrar teyit etti.
Durumun değişen yönü, Rusya’nın Türkiye’nin şu anda zayıf konumda olduğunu ve bu zayıfl ığın onu Suriye’den çıkartmak için fırsat sunduğunu düşünmesidir. Türk kamuoyu, zaten iktisadi koşulların giderek olumsuzlaşması karşısında, sayıları artan Suriyeli sığınmacılardan bıkmış görünüyor. Sığınmacı sorunu siyaset gündemine oturmuş ve iktidar muhalifl erinin canlı tuttuğu bir konuya dönüşmüştür.
Türk-Rus ilişkileri sık sık inişli çıkışlı seyrediyor ama temel sorunlar çözüme kavuşturulamıyor. Bu sorunlar nelerdir?
Suriye’yi bir yana bırakacak olursak, karşımızda Ukrayna sorunu var. Türkiye Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımadı. Kırım sorununun dallanıp budaklanarak Ukraynalıların kendilerini tehdit altında hissettikleri daha kapsamlı bir güvenlik sorununa dönüşmesi sonucu, Ukrayna Türkiye’den İnsansız Hava Araçları satın aldı. Türkiye Ukrayna ile silah üretimini kapsayan çok yönlü bir savunma işbirliğine de yöneldi. Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna havacılık sanayiinin merkezlerinden biriydi. Bu kabiliyetinin helikopterler, uçaklar ve uçak motorları üretimi dahil bir bölümünü kısmen koruyor. Türkiye’nin Ukrayna ile derinleşen savunma ilişkisi Rusya’yı rahatsız ediyor.
Buna ilaveten, Kafk aslar’da gelişen rekabet var. Türkiye’nin Dağlık Karabağ’daki rolü ve bölgede önemli bir aktör durumuna gelmesi Rusya’nın memnuniyetle karşıladığı bir durum değil. Eğer Türkiye ve Azerbaycan, Ermenistan’la bir miktar yakınlaşmayı başarabilirse, Rusya ile olan rekabet daha da yoğunlaşacaktır.
Son olarak S-400 sorununa da eğilebiliriz. Türkiye S-400 füzelerini kullanıma sokmama yöntemleri bulunabileceğini ve Patriot füzeleri almaya da hazır olduğunu ifade etmiştir. Buna karşılık, S-400’leri üreten firmanın temsilcisi ikinci parti füzelerin teslim edilebileceğini açıkladı. Görüldüğü gibi, Rusya’nın Türkiye’nin NATO ile arasını açmaya gayret ettiği, Türkiye’nin ise müttefikleriyle arasını düzeltmeye çalıştığı bir çekişme yaşanmaktadır.
Henüz yeterince dikkat çekmeyen ama sessizce kaynamakta olan başka sorunlar da var. Örneğin Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklar NATO savunma planları dahilinde Polonya ve Baltık ülkelerini koruma görevi yapıyorlar ki, Rusya’nın bundan memnuniyet duyduğunu hiç sanmıyorum.
Bütün bunlara bakılınca, iki ülkenin bir yandan yoğun biçimde rekabet ederken, diğer yandan bu rekabetin daha çatışmacı bir düzeye evrilmemesi için gayret gösterdikleri söylenebilir. İlişkinin her iki tarafın da çıkarlarına hizmet eden yönleri var. Örneğin tarafl ar bölgedeki çatışmaların tırmanmaması, denetimden çıkmamasına çalışıyorlar, çünkü böyle bir gelişme her ikisinin de güvenliğini tehdit edecektir.
Bölgede adeta jeopolitik dans gösterisi yapan Türkiye ve Rusya, nüfuz alanlarını genişletme yarışına girmiş görünüyorlar. Ancak işlerin rayından çıkabileceği ve açık bir çatışmaya dönüşebileceği endişeleri de ifade ediliyor. Acaba iki tarafın daha derin bir dostluğa yönelmesi ya da daha sert çatışmalara girişmeleri türünden ne gibi senaryolar öngörebiliyorsunuz?
Burada bölgede nüfuzunu arttırmak için yarışan iki ülkeden söz ediyoruz. Benzer bir örnek arayacak olursak, yüzyıllardır süregelen Türk-İran rekabetinden söz edebiliriz. Bu iki ülke rekabet etmekle birlikte çatışmaktan uzak durmayı başarmışlardır. Tahmin ederim ki, her ne kadar Ruslar aynı Amerikalılar gibi, artık Soğuk Savaş koşullarının sona erdiğini kabullenmekte güçlük çekiyorlarsa da, Türk-Rus ilişkilerinde Türk-İran ilişkilerine benzeyen bir durum ortaya çıkacaktır. Putin’in önderliğinde şekillenen Rus kamuoyu eski Sovyet topraklarının Rusya’nın da arka bahçesi olduğu zehabına kapılmış gözüküyor. Gerçek ise, diğer bazı ülkelerin güç konumularında değişiklikler meydana geldiğine ve kiminin de güçlendiğine işaret ediyor. Türkiye de bu durumda olan ülkelerden biri. Nüfuz ve gücün yeniden dağılıma uğradığı günümüz dünyasında Ruslar da, Amerikalıları andıran bir biçimde, yeni gerçeklere uyum sağlamakta güçlük çekiyorlar.