Türkiye patika bağımlılığını (path dependency) yeşil ekonomiyle aşabilir mi?

Selin ARSLANHAN
Selin ARSLANHAN YENİDEN KEŞİF

Geçen haftaki yazıda çizdiğim çerçevenin devamı olarak, 1900’lerin başından bugüne kadar Türkiye’nin ve ilgili birkaç ülkenin nasıl patikalar içinde olduğunu kısaca hatırlatarak başlamak istiyorum. Burada bir patika bağımlılığı izliyor muyuz? Çıkaracağımız dersler, bugün yeşil ekonomiyle yeniden şekillenen uluslararası iş bölümüne yönelik hazırlık yapmak için bize ne verebilir? 1929 krizinden önce, doğrudan Türkiye’yi de etkileyen uluslararası iş bölümüne bakarsak, merkez ülkelerin sanayileştiğini ve sanayi ürünlerini üretmeye devam ettiğini görüyoruz. Çevre ülkelerin ise, hem hammaddelerin kaynağı hem de merkez ülkeler tarafından üretilen son ürünlerin pazarı olduğunu görüyoruz. 1900’lerin ortalarına gelindiğinde, Türkiye ekonomisinin tarihinde de gördüğümüz gibi, merkez ülkelerde standart hale gelmiş tekstil ürünlerinin çevre ülkelere kaymaya başladığını izliyoruz. Merkez ülkeler ise tekstil sanayi için gerekli olan tekstil makinelerini ihraç ediyor. Özetle ikinci uluslararası iş bölümü gerçekleşiyor.

1970 sonrası dönem için Türkiye değerlendirmesinin yanına bir de Güney Kore’yi ekleyelim. 1970’lerden itibaren, teknoloji ve sanayideki gelişme süreçlerinde, aslında Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkeler arasında sayabileceğimiz Güney Kore’de farklı olan nedir ona bakalım istiyorum. 1965 yılında Türkiye’de kişi başına düşen gelir Güney Kore’den 3,5 kat daha yüksekti. Ancak bu durum 1980’lerden sonra tersine döndü ve bu iki ülke arasındaki fark bugüne kadar genişlemeye devam etti. Bugün Güney Kore’de kişi başına düşen gelir Türkiye’dekinin yaklaşık 3 katı. Yine 1960- 1970 döneminde, Türkiye ve Güney Kore benzer sektörel kompozisyonlara sahipti, her ikisinde de tarım ve hizmetler öne çıkıyordu. Ancak 1970’lerde Güney Kore hızlı bir sanayileşme sürecine girdi ve sanayi payını önemli ölçüde artırdı. Aslında buradaki kritik faktör ekonomideki sanayinin büyüklüğünden çok, ne ürettiği ve oradan biriken sermayeyi hangi yatırımlara doğru yönlendirdiği. Güney Kore, özellikle yaşadığı ekonomik krizden sonra, belirlediği teknoloji alanlarında yenilikçi KOBİ’lere öncelik verdi, önce orta sonra yüksek teknolojili sektörlere geçiş yaptı. Dönüşüm sadece sanayi politikasıyla olmadı elbette, teknoloji ve eğitim politikaları ve araçları ile birlikte planlı olarak şekillendi. 1980’ler ve 1990’larda hem Türkiye hem de Güney Kore farklı dinamiklerle ihracata dayalı büyüme stratejilerini uygulamaya çalıştı. Fakat bu iki ülkenin ihracata yönelik yaklaşımları farklı olduğu gibi, hedefleri ve sonuçları da birbirinden farklı. O dönemin altını çizerek hatırlamamız gereken kısmı; Güney Kore’nin aslında ithal ikamecilik ile ihracata dayalı büyüme stratejileri aslında bir seçim yapmaması, bu iki stratejiyi farklı sektörler ve şirketler arasında seçim yaparak birlikte uygulaması. Diğer yandan Türkiye, herhangi bir açık sektörel tercih ve öncelik belirlemedi ve ekosistem yaklaşımına sahip olamadı. Başka bir konu, kamu ve özel sektörün Ar-Ge harcamalarındaki payı. Güney Kore’de, 1970’lerde özel sektörün toplam Ar-Ge harcamalarındaki payı yüzde 30 civarındayken, bugüne geldiğimizde özel sektörün Ar-Ge harcamalarındaki payı yüzde 70’e ulaştı.

Kamu Ar-Ge harcamaları ise temel araştırmayı fonlamaya odaklandı. Nüfus dinamikleri, siyasi ortam gibi tüm farklılıklara ve dış etkenlere rağmen, Türkiye ve Güney Kore gibi ülkelerin öncelikle kendilerini tanımaları, sektörel ve şirket seviyesinde yetenek setini tanımlamaları hala ön koşul diye düşünüyorum. Böylelikle üçüncü uluslararası iş bölümüne geldik ve asıl burada akıllı uzmanlaşma ve bölgesel yaklaşımların ne kadar kritik olduğunu görmeye başladık. Bugün teknolojileri kimin geliştirdiği, orta teknolojili üretimi kimin yaptığı, yüksek teknolojili ürünlerin nereden çıktığı son 20 yılda geçirdiğimiz teknolojik dönüşümle şekillendi. Şimdi içinden geçtiğimiz dönemde, yeni düzenleyici faktörler ile uluslararası iş bölümünün yeniden şekillendiği bir süreçteyiz. Geçen hafta Yeşil Ekonomi Yatırım Zirvesi’nde bize katılan John Elkington sunumunda, “Tesla değil ama Yeşil Mutabakat bugünün yeşil kuğusudur” dedi. Yine aynı toplantıda, Remy de Tonnac sunumunda, Avrupa’nın yeşil teknoloji yatırım ekosisteminde nasıl Amerika ve Çin’in önüne geçtiği gösterdi. Bir yandan da aynı Avrupa 20 yıl sonra yeniden tekstil ve hazır giyim sektörünü stratejik sektörlerinden biri olarak belirledi. Türkiye’nin en büyük ticaret partneri Avrupa, yeşil teknolojilerde öne çıkarken; bu teknolojilerin ölçeklenmesi konusunda sorun yaşıyor. Tam da bu ortamda, Türkiye’nin kendi yetenek setini ve önceliklerini belirlemek konusunda veriye dayalı hazırlık yapması çok anlamlı olmaz mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar