Türkiye neden yatırım çekemiyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Önceki akşam Sn. İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesinin ardından dün sabah kendisiyle birlikte 100 küsur kişinin gözaltına alındığı haberi ile uyandık. Tabii ki, isnat edilmiş suçlar gerçek olabilir. Ancak suçlamanın gerek zamanlaması, gerekse de bir suç örgütlüğü kapsamına alınması, kayyum müessesinin bir kez daha çalıştırılabileceğine işaret ediyor. Doğal olarak, böyle bir büyük haber sonrasında, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde kurların fırladığına, borsa endeksinin yüksek oranda değer kaybettiğine ve piyasa faizlerinin yükseldiğine tanık olduk.

Esasen bu gelişmeler, Türkiye’nin risk priminin neden hep yüksek olduğunu ve neden ülkenin bugüne kadar hiçbir zaman hakettiği oranda yatırım alamadığını da net bir şekilde göstermekte. (Kimse de, “ama 2006-2013 arasında yabancı doğrudan yatırım seviyesi fena değildi” demesin. Dikkatli bakıldığında o yatırımların büyük çoğunluğunun ya ülkenin kalkınmasına sıfır katkısı olan gayrimenkul yatırımları veya zaten var olan Türk şirketlerinin yabancılar tarafından satın alınması şeklinde olduğu görülür.)

Daron Acemoğluculuk yapmaya niyetim yok. Yani, bir ülkenin iktisadi kalkınması için mutlaka demokratik ve kapsayıcı kurumların var olması gerektiği iddiasında değilim. (Koskoca bir Çin örneği zaten bu iddiayı çürütüyor.) Ancak, Türkiye gibi demokratik bir tecrübe yaşamış ve bir şekilde halkında (belki çoğunluk için oy sandığı ile kısıtlı kalmış bir şekilde olsa da) demokratik bir bilinç ve refleks oluşmuş bir ülkede, merkeziyetçi ve otokratik bir sistemin ülkeyi daha huzurlu, daha dengeli, daha eşitlikçi ve daha kalıcı bir kalkınmaya götüreceğine de inanmıyorum. Sistemin işleyişine yapılan müdahelelerin de ters tepki çekeceğini ve toplumsal huzuru bozacağını düşünüyorum.

Evrensel hukuk ve bu hukuğun üstünlüğünün sistemin çarklarının doğru bir şekilde dönmesi için gerekliliği ortada. Bu açıdan baktığımızda iktisadi açıdan son 30 sene içerisinde bizi gelip geçen ekonomilerdeki hukuki altyapıya bakmakta yarar var. Konuyla ilgili uluslararası kuruluşların hazırladığı pek çok endeks var. Ben bunlardan Dünya Adalet Projesi (World Justice Project) adındaki STK’nın hazırladığı ve 142 ülkeyi kapsayan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne baktım. Bizi gelip geçen ülkeler olarak da Güney Kore, Polonya, Romanya, Çekya, Macaristan ve Slovakya’yı ele aldım. Sırasıyla bu ülkelerin Hukukun Üstünlüğü endeksindeki sıralamaları şöyle: 19, 33, 41, 20, 73 ve 34. Türkiye ise 117. sırada. Endeksi oluşturan alt kalemlerden “hükümetin erklerinin sınırlanması” konusunda ise Türkiye 135 ile son sıralarda. Bu kalemde Afganistan 126, İran ise 131. sıra ile bizden daha iyi durumdalar. Herhalde bu rakamlar neden potansiyelimize göre çok az yatırım çekebildiğimiz konusunda kendinden açıklayıcıdır.

***

Aslında esas olarak bu hafta, açıklanan rakamlar üzerinden bütçenin gidişatını yorumlamak istiyordum. Gene de kısaca konuya değinirsem: Şubatta harcamalar %50 artarken, gelirlerdeki artış %35’de kalmış. Böylece de aylık bütçe açığı 310 milyar TL olmuş. Aylık fiili harcamaları daha net gösteren Hazine Nakit Gerçekleşmeleri’ne göre ise aylık açık 400 milyar TL’ye yaklaşmış durumda. Bunlar oldukça yüksek açık rakamları ve senenin devamında gidişatın bu seviyelerde olması durumunda 1.9 trilyon TL olarak hedeflenen bütçe açığının çok üzerine çıkılacağını göstermekte. Bilindiği gibi 2025 OVP’sinde açık milli gelirin %3.1’i olarak öngörülmüştü. Ancak görünen o ki, açık %5’in üzerine çıkacak. MB’nın bu sene kalan her toplantıda faiz indirimine devam edeceği bir para politikası senaryosunda bütçe açığının bu seviyelere çıkması enflasyonun hedeflerin üzerinde, %30’lar civarında geleceğinin de işaretini veriyor. Ayrıca bu gidişatla sonraki senelerde de yüksek enflasyonun devam etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.    

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar