Türkiye neden batmıyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Merkez Bankası politikalarında irrasyonaliteye geçiş 2019 yılında başlamıştı. (Artık herkesin bildiği kuru tutmak için harcanan 128 milyar dolar dönemi). 2020 yılı ve pandemiyi ise  olağanüstü bir süreç olarak değerlendirmek gerekir. Ancak bu sürecin başlarında tüm Dünya deflasyona giderken bizde enflasyonun bu dönemde geldiği en düşük noktanın da (Nisan 2020) sadece yüzde 11 olduğunu unutmayalım. Kısacası, içten içe yanmakta olan bir enflasyon olgusu zaten vardı. Ancak irrasyonalitenin resmi ilanı Sn. Ağbal’ın görevden alınması ve sonrasında iş başına getirilen Sn. Kavcıoğlu’nun (tüm enflasyon dinamikleri artışa işaret ederken ve enflasyon yüzde 20’ye yaklaşmışken) politika faizini Eylül 2021’de yüzde 18’e indirmesiyle olmuştu. Sonrasında ise zaten enflasyonun nereye (uzaya) gittiğine bakılmadan faizler daimi bir şekilde düşürülmeye devam edildi.

Normalde, bu kadar akıldışı bir şekilde yönetilen bir ekonominin kısa süre içerisinde batması beklenir. Ama batmadık. Evet, makyajlanmış haliyle bile enflasyon rekorlar kırdı, gelir dağılımında müthiş bir bozulma yaşadık, portföy yatırımcıları ülkeyi tamamen terk etti, para piyasaları iyice dengesizleşti, finansal sistemin bilanço yapısı bozuldu ve cari açık kötüleşmeye devam etti, ama batmadık. Neden?

-Türkiye belki resmi rakamların ifade ettiğinden de büyük bir ekonomi. (SAGP ile yapılan hesaplamalarda 3.6 trilyon dolar büyüklüğünde. 213 milyar dolarlık Venezuela veya 1.2 trilyonluk Arjantin ile karıştırmayalım.) Katma değerli ürünler üretmekte pek başarılı olamasak da çevredeki en büyük sanayi ülkesiyiz (ki bu ülkelere Rusya’yı da dahil ederim). Böyle olunca, Türkiye’nin “görünen” dış ticaret hacmi oldukça büyük, ve ihracat elastikiyeti de oldukça yüksek. İç piyasada işler zorlaştığında ihracat bir şekilde devreye girebiliyor. (Son dönemlerde Batı tarafından Çin’in hafiften devreden çıkarılıyor olması da bizim için bir avantaj.)

-Yukarıda “görünen” dış ticaret hacmi dedim. Bir de bunun görünmeyeni var. (Görünmeyen derken tam da o adla -invisibles- tanımlandırılan turizm gelirlerinden bahsetmiyorum.) Öyle ki, ihracat yaparken araya ticaret şirketleri koyarak ihracat bedellerinin (ve tabii ki kârın) bir kısmını dışarıya plase etmek mümkün. (Bu zaten 40 yıldır yapılan bir şey. İhracat bedellerinin yüzde 40’ının bozdurma zorunluluğu ile bu oranın artmış olması da mümkün.) Bir de bunun diğer ayağı var: İthal ürünleri değerinden daha yüksek göstermek. Bu ikisi birleşince ihracatımız olduğundan daha düşük, dış ticaret açığımız ve dolayısıyla cari açığımız ise daha yüksek gözüküyor. (Bu yöntemler sayesinde yıllar içinde Türk müteşebbislerin dışarıda plase ettikleri çok ciddi montanda varlıkları olduğu şuradan da belli: Yurtiçinde ne zaman bir para sıkışıklığı ve kur artışı olsa birdenbire Türkiye’ye “net hata ve noksan” kalemi üzerinden rekor para yağıyor. Tabii, yönetimde akıldışılığa kaçılırsa, kimse getireceği paranın akıbetinden emin olamazsa, bu girişler de istenen ölçüde olmuyor, o da başka.)

-Türkiye’nin ÖD rakamlarını olduğundan daha kötü gösteren bir başka olgu da “altın” meselesi. Türkiye halkı ezelden beri (ama özellikle de parasının değerini koruma endişesi altında olduğu zamanlarda) altını önemli bir “tasarruf aracı” olarak görür. Fiziki altın her zaman popüler olduğu gibi son yıllarda altın hesapları ve altın fonları vasıtasıyla da bu emtiaya yatırım iyice kolaylaştı. Ancak, “cari işlemler hesabının” mantığıyla hiç uyuşmayan bir şekilde Türk vatandaşlarının altın satın alımı “ithalat” olarak gözükmekte. Ben bu garip durumu yıllardır yazıp dururum. (Geçen gün Sn. Ege Cansen de gene köşesinde değinmiş.) Ödemeler Dengesi istatistiklerinin uluslararası standartları İMF tarafından belirleniyor ve halihazırda 6. versiyonu (BPM6) kullanılıyor. Ancak senelerdir Türkiye bu konuyu düzeltmek için nedense bir girişimde bulunmuyor. Halbuki altın bizde kullanıldığı şekliyle bir yatırım aracı olduğu için takibinin de “cari hesap” değil, “finans hesabı” altında olması gerekir. Nihayetinde bu durum bizim cari açığımızı olduğundan daha kötü gösteren ve bu nedenle de borçlanma imkanlarımızı kısıtlayan (ve de maliyetlerimizi yükselten) bir durum. (Örneğin eğer altın ticareti hariç tutulsaydı ilk 6 ay cari açığımız 36.8 milyar dolar değil, 24 milyar dolar olacaktı. Önemli bir fark.)

Kısaca Türkiye’nin iktisadi göstergeleri kötü ama resmi rakamlarda göründüğü kadar da kötü değil. Bu da bugüne kadar ekonominin bir şekilde ayakta kalmasını sağlamış gözüküyor. Ama “ne pahasına” diye sorarsanız, onun cevabı başka, tabi!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar