Türkiye markası öldü mü?
Güneşi, sahilleri, zengin mutfağı, iki kıtayı birleştiren konumu, medeniyetlere ev sahipliği, tarihi mirası ve pek çok avantajı ile bu kadar güzel bir ülkenin marka algısı çok farklı olmalıydı. Böyle değerlere sahip olup da zenginleşememek zor olanıydı ve onu başardık. Sadece Boğaziçi köprüsünü turizme açıp, fotoğraf çektirilebilecek gösterişli bir alan yaratıp kıtaların birleştiği nokta şeklinde pazarlayarak yılda yüz milyonlarca dolar kazanabilirdik. Dünyada Türk kahvaltısından daha iyisini görmedim. Fakat tüm dünyanın bildiği “Turkish breakfast” gibi bir marka var mı? Sadece kahvaltı turizminden milyar dolarlar kazanılabilir. Oteller menülerine breakfast yazmak yerine “Turkish breakfast” yazmak gibi çok basit bir uygulama ile bunu başlatabilir. İstanbul- Ankara-Ürgüp-Konya hattının ulaşımı için sadece yabancı turistlere özel bir ulaşım modeli tasarlanabilir. Aynı şekilde İstanbul turistini İzmir’e çok kolay bir şekilde aktarmak gerekiyor. İstanbul-Bursa-Troy-İzmir deniz hattı sadece turizm için hayata geçirilebilir. Dünyanın en önemli savaşlarından Troya’dan yılda ne kadar kazanıyoruz? Dünyada kaç kişi bu savaşın bugünkü Türkiye topraklarında olduğunu bilir? Turizm ve markalaşma adına pek çok şey yapılabilir ama bu tip spesifik aksiyonlarından önce daha makro bir konuyu çözmemiz gerekiyor.
Biz dünyaya nasıl bir fotoğraf vermek istiyoruz?
Eğer yarattığınız imaj bozuksa, kimse Dardanel’e gelmez. İstanbul hak ettiği konuma ulaşamaz. Maalesef dünyada algımız sürekli aşınıyor. Türkiye ciddi bir seçim yapmalı ve bunu dünyaya sair kanallardan açıkça deklere etmeli. Demokrasi, hukuk, insan hakları gibi değerlerden yana bir tavır mı alıyoruz yoksa Orta Doğu/Asya zihniyetinden ve onun değerlerinden yana bir yerde mi konumlanıyoruz? Yönümüz neresi? Ne Batı ne Doğu derseniz ya Güneye ineriz ya Kuzeye çıkarız. İki tarafta da savaş var. Olduğumuz yerde kalmak, bir seçenek. Halimizden memnun isek. Cumhuriyet’ten bağımsız, Osmanlı devleti kurulmadan önce dahi Türkler hep batıya ilerledi. Türkiye’nin özgünlüğü, doğulu irfanını, vicdanını, duygularını koruyarak rasyonelleşmesi. Askeri, ticari, teknolojik ve bilimsel atılımları bölgesindeki birçok ülkeden daha iyi yapabilmesi. Türkiye’nin değer önermesi köprü, elçi, ara bulucu, birleştirici olma konumudur. Bunu koruyarak yeni bir hikâye yazmak zorundayız.
Maalesef dün gece sahaya bir ordu şeklinde inerek vahşice yapılan saldırı gibi her gün yaşanan başka bir rezillik, Türkiye markasını doğmadan öldürüyor. Kadına şiddet, dünya mafyasının uğrağı, Arap ve Afrika ülkelerinin zengin çocuklarının İstanbul’u kendisine mesken edinerek şiddet olaylarına karışması, sayısını bilmediğimiz en az 5 milyon Suriyeli sığınmacı, tutuklu gazeteciler, fenomen ekonomisi, tapu ile vatandaşlık, nitelikli dolandırıcılık gibi ülkeyi kuşatan karanlık sarmal, marka yaratma imkanımızı ortadan kaldırıyor. Bu tip olaylara karışanlar ibretlik olması için en ağır şekilde cezalandırılmalı. Toplumdan dışlanmalı. Kurumların bağımsızlığı güçlendirilmeli. Merkez Bankası ve yargı organları tam bağımsız olmalı. Batı ile yapıcı bir diyalog yeniden başlatılmalı. Basın özgürlüğü tesis edilmeli. Her şeyden önemlisi, kendi vatandaşımıza yaşama umudu vermeliyiz. Mutlu ve umutlu bir şekilde üretmeleri için teşvik etmeliyiz. Gençleri motive etmeliyiz. Onlara burada parlak bir gelecek vaat edebilmeliyiz. Markalaşmadan önce makro eko-politik meseleleri çözmemiz şart. Etkili adımlarla ülkeye umut dalgası yayarsak, gerisi hemen gelir. Türkiye’nin öyle bir dinamizmi, yetişmiş insanı ve atılım enerjisi fazlasıyla mevcut.