Türkiye Çin olabilir mi?
Türkiye 20 yıl önce IMF politikalarını konuşuyordu, şimdi ise sosyalist piyasa ekonomisi olan Çin’in modelini tartışıyor. Ekonomide son birkaç ayda meydana gelen ani politika değişikliğinin ardından haftalardır Çin modelini tartışıyoruz. Aslında iyi de oluyor, çünkü bu tartışmalar sayesinde yıllardır duyduğumuz ve izlediğimiz modelin ne demek olduğunu öğreniyoruz.
Çok değerli bilgiler ortaya dökülmeye başlandı. Güzel makaleler ve araştırmalar yayımlandı. Mesela Gökhan Şen’in BloombergHT’deki “Ekonomide Çin Modeli” başlıklı yazıları, Zeynep Gürcanlı’nın hafta sonu Dünya’daki yazısı bilgilendirici ve aydınlatıcıydı. Kısacası öğretici bir tartışma süreci yaşanıyor.
Mesela bu tartışmalarda Washinghton Konsensüsü’nün karşısında alternatif kalkınma modeli sunan bir Pekin Konsensüsü olduğunu hatırladık. Ama en nihayetinde yine bu tartışmalarda gördük ki, sadece düşük faiz ve yüksek kur uygulayarak Çin modeline geçilemiyor. Çin olmak için üc-dört ay değil, yıllar hatta 10 yıllar lazım.
“Çin Modeli”nde, Adam Smith’in piyasanın dışardan müdahale olmaksızın kendi kendine verimli bir noktaya ulaşabileceğini anlatmak için kullandığı “görünmez el”i de görürüsünüz; ancak modelin temelinde devletin belirleyici rol oynaması, yani “görünür el”yatmaktadır. Çin büyüme modeli seçici ve sürekli bir devlet müdahalesine dayanır. Şirketleri ve piyasaları müdahalelerle yönlendirerek büyümeyi hızlandırmayı amaçlar. Kamunun özellikle altyapı ve sanayi yatırımları yüksek boyutludur. Bir tür devlet kapitalizmi uygulanmaktadır. Çin’de ekonominin omurgasını büyük ölçekli kamu kuruluşları oluşturmaktadır. Anlayacağınız bizden çok farklıdır.
Çin’de güçlü bir planlama geleneği vardır. Sistemin başarısı yapılan planların gücüne bağlıdır. Biz ise planlamayı neredeyse rafa kaldırdık; Planlama Teşkilatı’nı yok ettik.
Çin mucizesinin ardında ciddi bir sermaye birikimi modeli vardır. Washington Konsensüsü tüketimi teşvik ederken Çin modeli tasarrufa dayalıdır. Bu tasarruflar sayesinde yüksek cari işlemler fazlası verirler, rezervlerini her zaman güçlü tutarlar. Bu rezervleri ABD’ye borç vererek yüksek tüketim eğilimi olan ABD’lilerin tüketebilmesine yardımcı olurlar. Yani Çinli tasarruf eder, ABD’li ise Çinlinin tasarrufunu harcar.
Çin ekonomisi inovasyona dayalıdır. Kalkınma hamlesine batılı ürünleri taklit ederek başlamıştır ama sonra taklidin ötesine geçebilmiştir. Uluslararası dev markalar çıkarmışlardır; teknolojiler üretmişlerdir. Savunmadan elektroniğe kadar birçok alanda ciddi imalat yeteneği ve rekabet avantajı kazanmıştır.
Çin’de sıkı kambiyo kontrolleri vardır. Ülkede Çin parasından başka para birimi ile ticaret yapılamaz. Türkiye için ise sıkı kambiyo kontrollerine yönelmek ancak bir krizde mecburen başvurulacak son çare olabilir ve çok maliyetlidir.
Ve en önemlisi Çin’i bugüne taşıyan ucuz ve kalabalık bir işgücü vardır. Batı’nın yaptığı da aslında üretimini ve tedarikini buraya kaydırarak bu ucuz işgücünü sömürmektir. Okur-yazarlık oranını yükseltmeyi hedef edinen sosyalist ülkelerin ortak özelliği olan eğitim düzeyinin pek çok gelişmekte olan ülkeye göre yüksek olması ayrı bir avantajıdır. Bir de altı çizilmesi gereken liyakat esası vardır. Çin’de ücretler düşüktür ama eski bir bürokrat dostumun uyardığı gibi “çalışanların temel ihtiyaçları kamu tarafından karşılanmaktadır. Veya kamunun sübvanse ettiği ucuz hizmetlerden yararlanılmaktadır. Sağlık, konut ve eğitim gibi harcamalar neredeyse bedavadır.”
Çin modelinin ardındaki önemli bir güç orta sınıftır. İsmail Küçükkaya’nın, bundan 10 yıl önce Çin’e yaptığı bir ziyaret sonrası Akşam’daki köşesinde yazdığı “Çin Model Olabilir mi? başlıklı yazısında dediği gibi “Hızlı ve sürekli büyüyen bir ekonomi güçlü bir orta sınıf ile mümkün.”
Çin dış dünya ile hatta yakın zamana kadar ABD ile bile dengeli uluslararası ilişkiler kurmuştur. Bu sayede mal sattığı pazarları açık tutabilmiştir. Yeni pazarlar yaratacak ekonomik işbirliklerini desteklemek için finansman gücüne sahiptir. Birçok ülke ile yaptığı “ekonomik işbirliği” anlaşmaları kendine pazar ve lojistik imkanlar yaratırken, anlaşmaları imzalayan iki taraf için de kazan-kazan durumu yaratabilmiştir.
Çin bu pazarlara yüklü miktarda mal satacak lojistik kapasiteyi de oluşturmuştur. Oysa biz, bugün bir mucize olsa ve ihracatımızı ikiye katlasak bile katma değeri düşük mevcut ürün kompoziyonu ile bunları taşıyacak lojistik kapasitesi bulmakta zorlanırız.
Kısacası Çin’in büyüme modeli, batı tarzı serbest piyasa bazlı büyüme modelinin bir alternatifidir. Çin bu modele yönelmeden önce izole bir ekonomiydi. Bir tarım ülkesiydi. Model sayesinde olağanüstü büyüme ile dünyanın önde gelen sanayi gücüne dönüştü; milyonlarca kişi yoksulluk sınırından kurtuldu. Ama bu, 1975 yılında Deng Xiaoping yaptığı modernleşme çağrısı ile başlayan uzun ve bir süreçti. Koşulları ve dinamikleri çok farklıydı. Olay sadece faizi düşük tutup, ulusal parayı değersiz kılarak rekabet gücü kazanmak değildi.