Türkiye algısı
Uluslararası ilişkilerde bir ülkenin gücü iki alana bakılarak ölçülür; Sert güç, yani ülkenin askeri kabiliyetleri;
Yumuşak güç, yani ülkenin ekonomisi, siyasi istikrarı, uluslararası alandaki algısı. AK Parti, iktidarının ilk yıllarında “yatırımı” yumuşak güce yapmıştı. IMF’yle bir önceki hükümet tarafından yapılan anlaşma çerçevesinde izlenen ekonomi politikası Türkiye’ye zenginleşmeyi getirdi. 2000’li yıllarda sosyal ve siyasi alanda ise Türkiye’de AB reformlarını harfiyen yerine getiren bir tek parti iktidarı, yani siyasi istikrar da vardı. Bu da, Türkiye’nin uluslararası alandaki algısının olabildiğince pozitife dönmesini sağlamıştı.
Bu dönemde Türkiye, uluslararası krizlerin çözümü için aranılan arabulucu/kolaylaştırıcı bir ülke haline geldi. AB ile ilerleyen üyelik süreci ise, Türkiye’nin hem Arap/Müslüman dünyada, hem de Balkanlar ve Avrasya’da gıptayla izlenen, sözü dinlenen bir ülke olmasını sağladı.
Türkiye bu dönemde İsrail ile Filistin arasında, Sırbistan ile Bosna-Hersek arasında, Afganistan ile Pakistan arasında arabulucu/ kriz çözücü rol oynadı. O kadar ki, İspanyol hükümeti bile ayrılıkçı ETA örgütü ile yapacağı barış görüşmeleri için Türkiye’yi seçti.
Ancak 2010’lu yıllarla birlikte bu tablo hızlı değişti;
Ülke içinde yaşananlar malum; FETÖ’nün güçlenip hükümeti bile düşürmeye kalkmasını, AK Partili Bakanlar, Belediye Başkanları hakkında ayyuka çıkan yolsuzluk iddialarını, Erdoğan’ın bu iddiaları bastırmak için hem Bakanları, hem de Belediye Başkanları’nı –yargıyı hiç devreye sokmadan istifa ettirme adımlarını, hepsini birlikte yaşayıp tecrübe ettik.
Dış politikada ise Ankara’da yaşanan iç karmaşa,-artık olmayan ülkenin yumuşak gücünün yerini, sert gücün alması şeklinde ortaya çıktı. Suriye operasyonu ile başlayan, sadece askeri güce dayandırılan dış politika, Libya’ya gönderilen askerler, Katar’a ve Somali’ye kurulan askeri üsler, Doğu Akdeniz ve Ege’deki donanma destekli petrol arama salvoları ile sürdü. Ancak Mehmetçiğin gücü, dünyada “bölgesel güç/orta büyüklükte ülke” konumundaki Türkiye’yi bir yere kadar taşıyabildi. Sert güç, yumuşak güçle desteklenemeyince, “gerileme dönemi” başladı.
Nafile çabalar
Şimdilerde AK Parti hükümeti bu gerilemeyi durdurmaya, tersine çevirmeye çalışıyor. Mısır’da Sisi rejimiyle barışma çabaları, ABD’yle ve İsrail’le normalleşme adımları, hamasi nutuklarla Ege ve Akdeniz’e gönderilen araştırma gemilerinin sessiz sedasız Antalya Körfezi ve Karadeniz’e çekilmesi hep bunun işaretleri. Ancak dış politikadaki normalleşme adımları, içerideki normalleşme ile desteklenmedikçe sonuç vermiyor.
Bunun son örneği Sezgin Baran Korkmaz vakası; Türk yargısının yapamadığını Amerikan yargısı yaptı ve Sezgin Baran Korkmaz Avusturya’da ABD’nin talebi üzerine tutuklandı.
Tıpkı Reza Zarrab’ın Türkiye’ye yargılanmayıp, New York’ta itirafçı yapılması gibi, Korkmaz’ı da Amerikan mahkemesi yargılayacak.
Tıpkı Zarrab olayında olduğu gibi; Türkiye kamuoyu bir takıp gazeteci kılıklı şarlatanların –deyimi mazur görün, konu kendi mesleği olunca daha korumacı oluyor insan- Korkmaz ile ne gibi pazarlıklar yaptığının ayrıntılarını – malum ses kaydı- Türk yargısı değil ABD'li savcılar ortaya çıkaracak.
Yolsuzluğun, şaibenin nerelere kadar uzandığını, tıpkı Zarrab’ın anlattığı gibi, Korkmaz da ABD'li savcılara anlatacak. Bunlar sadece işin yolsuzluğa/ rüşvete/şantaja bulaşmış şaibeli “iş adamları” kısmı;
Bir de hükümet açısından “inandırıcılık” sorunu var elbette;
O kadar ki, Türkiye’ye hasım konumundaki ülkelerden internet yayınlarıyla hükümete “ayar vermeye” kalkan suç örgütü liderinin sözü, halkın bir kesiminde, bir dönem Başbakanlık yapmış siyasilerin, hala görevdeki bakanların sözünden daha “inandırıcı” bulunuyor.
Olan yine Türkiye’nin uluslararası alandaki algısına, yumuşak gücüne oluyor; “Algı” olumsuz olunca, ülke güçsüz düşüyor;
Türkiye’nin yayınladığı kırmızı bültenlere itibar edilmiyor, ABD Başkanı bir kalem oynatma ile Türk halkını “soykırımcı” ilan etme cesaretini bulabiliyor, “hamdolsun” bu konu Biden-Erdoğan görüşmesinde gündeme bile gelmiyor. Türkiye’de darbe yapmaya kalkışan terör örgütünün elebaşı ABD’de yaşamını rahatlık içinde sürdürürken, hemen güneyimizde Suriye’de oluşmakta olan “terör devletçiğine” Amerikan tırları silah, mühimmat, malzeme taşımaya devam ediyor.
Ve iş yine Mehmetçiğe düşüyor; Mehmetçik bu kez “NATO’nun güvenilir ortağı” olduğunu kanıtlamak, Türkiye’nin algısını düzeltmek için, Amerikalılar’ın asker çekmesinin ardından “nöbete durmaya”, çok riskli, çok tehlikeli Afganistan’a gönderilecek.
Ancak nafile; Gurur duyduğumuz Mehmetçik’in gücü bile Türkiye’nin demokrasi yoksulu, yolsuzluğa bulanmış, ekonomik krizle boğuşan ülke algısını çevirmeye yetmez. Herkesin şapkayı önüne koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor…