Türk siyasetinde ekonomi ne kadar önemli?...
Seçim sonuçlarında ekonominin öne çıkmadığı anlaşılıyor. Bunun nedenlerini ekonomi dışı özellikle sosyolojik yönüyle ele almak gerekiyor.
Türk seçmeni, Cumhurbaşkanı’nı ve milletvekillerini seçmek için Türkiye’de ve yurt dışında sandığa gitti. Üstelik yüzde 87.5 gibi çok büyük bir katılım sağladı. Partiler seçim öncesi ittifaklara ayrıldılar, vatandaş da bu ittifaklar içerisinde siyasi partisini bulmaya çalıştı.
Seçim sonuçlarına göre milletvekillerinin sayısı, ittifakı ve yeri belli oldu; ama 3 aday arasından “yüzde 50 + 1 oy” ile Cumhurbaşkanı seçilemedi. Yani vatandaş hiçbir adaya vize vermedi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçiminin kazananı yok. Şimdi de Anayasa gereği bu hafta sonu yani 28 Mayıs 2023 pazar günü ikinci tur var ve iki adaydan birisi mutlaka seçilecek.
Mevcut Anayasal yapı içerisinde Cumhurbaşkanı’nın seçimi çok önemli. Zira sistem tümüyle yürütmeye bırakılmış durumda. Yani istenirse temel zorunluluklar dışında Meclis’e gitmeden de hükümet etmek mümkün. Dileyenler, Anayasanın yeni düzenlemelerine ve 10 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazeteye baksın yeter.
Bu özetten sonra asıl konumuza geçelim…
Seçimde “ekonomi” öne çıkmadı, neden?...
Bir defa unutmayalım. Seçimlere ne kadar çok katılım olursa, “büyük sayılar kanunu” gereği o kadar doğru sonuçlar çıkar ki seçimlerin sonuçları da bu yönüyle çok doğru sayılır. Yani oyların rengi ve sonuçları itibariyle bir sorun yok.
Bu tespitten sonra seçimde niçin ekonominin öne çıkmadığı ya da çıkamadığı konusunu ele alalım.
-
Öncelikle bir sosyolojik gerçeği not edelim. Seçmen gönlünce oy verebildi mi istediği tabloyu bulabildi mi derseniz, cevabımız “hayır” olur. Seçmen ya ittifakını garipsedi ya da ittifak içerisindeki partisini… Hayatında hiçbir şekilde oy vermediği, kendisini özdeşleştirmediği partisinin hiç de hoşlanmadığı bir ittifakta yer almasından hoşnut olmadı. Dolayısıyla seçmen seçime katıldı, oy verdi ama “kerhen” oyunu verdi. Temel nedeni de galiba seçmenin değişimi istemesi ve dolayısıyla seçime katılmamanın pasif sorumluluğunu üstlenmek istememesi.
-
İktidarın orantısız gücü ve pervasız tavrı da seçmenin tercihlerinde ekonomiyi öne çıkarmasına engel oldu. Oysa özellikle son 3 yıldan beri yaşanan ekonomik sıkıntılar, soğanı adeta “Kaşıkçı Elması” benzetmesine kadar getirmişti. Kısıtlı birkaç kanala yansıyan sokak, pazar, market görüntüleri ile ortaya konulmaya çalışılan ekonomik tablo yeteri kadar sandığa yansımadı. Aslında devletin uçaklarıyla, taşıtlarıyla, mekânlarıyla ve her türlü beşeri ve maddi imkânlarıyla donatılmış bir iktidarın gücü ve stratejisi çok etkin bir şekilde ekonomiyi geriye ötelemeye yetti.
-
Ancak yerel yönetim tecrübesiyle de çeyrek yüzyıldır ülkenin merkezi ve yerel yönetiminde söz sahibi olan iktidarın iletişim becerisini de göz ardı etmemek gerekir. Açıkçası algıyı veya olguyu yönetmek ayrı bir yetenek konusu.
-
Bir sosyolojik gerçeği daha unutmayalım. Çok anlamlı bir söz var, “Tanıdığın düşman, tanımadığın dosttan iyidir”. Vatandaş, açıkçası bütün yanlışlarına rağmen tanıdığını tanımadığına tercih etti.
-
Ekonomi acaba bu kadar kötüye gittiği halde neden seçmen tercihlerine yansımadı? Her şey bu kadar pahalı iken, hayat pahalılığı kırıp geçiriyorken neden sandıklara geçmedi? İşte Tam bu noktada farklı bir gerçeğin altını çizelim: “kayıt dışı ekonomi”. Unutmayalım ki bu ülkede ekonominin üçte biri ile yarısına yakını neredeyse kayıt dışı. Bu ne anlama geliyor?... Ya her eve birden fazla maaş giriyor ya da her bireyin legal gelirinin dışında gizlenmiş başka geliri var. Bu da ekonominin sanıldığı kadar kötü olmadığı, kayıt dışılığın ekonomideki sıkıntıyı önemli ölçüde törpülediği anlamına geliyor. Yani kayıt dışılık bir olgu ve ekonomik sonuçları itibariyle önemli ve gizli bir sübvansiyon. Demek ki ekonomik sıkıntı, vatandaşın siyasi tercihini değiştirecek kadar etkili olmamış ya da olamamış.
-
Seçim stratejileri, ortaklık yapıları, alan siyaseti, perakende söylemler, garip eylemler de işin cabası oldu ve bu sonuç ortaya çıktı.
Seçimde “sosyoloji” öne çıktı. Neden?...
Önce şu olguyu hatırlayalım. Türk seçmeninin ferasetine inanç tamdır. Türk seçmeni sonunda doğruyu yapar.
Nitekim seçmen de kendi değerleri doğrultusunda kendince doğruyu yaptığına inanıyor. Malum Türk seçmenin değerleri var; bunlar içerisinde milliyetçi ve muhafazakâr değerler ile etnisite öne çıkıyor.
Demek ki vatandaş, ekonomiden önce kendi milliyetçi tavrını ve/veya muhafazakâr tarafını ekonomiden önde tutuyor. Bir bakıma dik gezmeyi aç gezmeye tercih ediyor.
Artık siyasette ekonomiyi okumak yerine sosyolojiye kulak vermek gerekiyor. Zira partilerin bile sosyolojik temelleri göz ardı edilmiş durumda. Zaten ittifakların sosyolojik temelinden bahsetmek mümkün değil. Seçmenin değişim arayışı da ortada; ancak işleyiş ve yapılanma karmaşasından dolayı kafası karışık.
Sonuç itibariyle; bu seçim, aslında çözümün değil, çözümsüzlüğün ve çözülmenin başlangıcı olacak. Yani çalkantılar ya da yalpalamalar devam edecek, ta ki sosyolojik taban ya da temeller oluşuncaya kadar…