Türk şirketleri ikincil yaptırımlara karşı dikkatli olmalı
Bugün aslında “İklim Şurası” izlenimlerimi anlatacaktım ama Şubatın 24’ünde Ukrayna’da Rus işgali başladı. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde geçen yüzyıldan kalma, artık unuttuğumuz bir adım attı Rusya. Gündem değişti.
Rus tankları bağımsız bir ülkenin sınırlarını geçip, Ukrayna topraklarında ilerlemeye başlayınca Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdi. Ben tabii, Hoppala Paşam, Malkara Keşan. Sanki “Conflict of Nations” oynuyoruz, hepimiz online. Bir yanda Putin, ötede Zelenski.
Bu hafta, “Batılı şirketler Rusya’daki operasyonlarını hızla kapatırken, Türk şirketleri için bir fırsat alanı açılıyor” kabilinden tehlikeli beyanlar gördüm. Kazın ayağı öyle değil, aman dikkat.
Türkiye’nin zamansız Rus saldırganlığını sınırlandırmak için, Rusya’ya karşı ekonomik yaptırım uygulamıyor olması, Rusya pazarının Türk şirketlerine açık olduğu anlamına gelmiyor. Şirketlerimizin olası ikincil yaptırımlara (secondary sanctions) karşı uyanık olması gereken bir dönemdeyiz. Takipte olmakta fayda var.
Ne olur? Yaptırım uygulanan şirket, kişi ve kurumlarla iş tutmak, sizi de yaptırımlarla karşı karşıya bırakabilir. Türk şirketi de olsanız, Türkiye yaptırım uygulamıyor olsa bile başınız belaya girebilir. İkincil yaptırım dediğim o. Daha önce İran’da oldu, Afganistan şimdilerde en canlı örnek. Ortada kocaman bir yaptırım hukuku var artık.
Peki, Yeşil Yeni Mutabakat gündemi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi (malum, on günü aştı daha bitmedi, hala girişim aşamasındayız, Ukrayna-Rusya savaşı devam ediyor) sonucunda gündemden düşer mi?
Hayır. Hala kömürden çıkma tarihi vermek zorunda mıyız? Evet. Hadiseye miyop bakıp, dünyadan bihaber, komik duruma düşmeyin. Doğrusu ben, yükselen hidrokarbon maliyeti karşısında seçmenin direncini artıracak altın bir fırsat sunduğunu düşünüyorum, Putin’in Batılı liderlere. Bu yıl Amerika’da yapılacak Kongre yenileme seçimlerinde Başkan Biden’ın şansını artırdı, bir nevi.
Rusya’ya enerji bağımlılığını ortadan kaldırmak için bir alternatif de sunduğundan, yeşil dönüşüm süreci artık yeni bir mana kazandı. Yalnızca karbon salımlarını azaltmak değil, Rusya’ya bağımlılığı azaltacak yerli ve milli kaynaklara yönelmek.
Peki, kömür Türkiye için yerli ve milli enerji kaynağı mıdır? Hayır. Nereden ithal ediyoruz en çok kömürü? Rusya’dan. Bu ülkenin Enerji Bakanlığı’nın bu Rusya tutkusu nedir, Allah aşkına? Doğal gaz, Rusya’dan. Kömür, Rusya’dan. Nükleer enerji santralı? O da Rusya’dan. Yok artık.
Rus işgal girişimi ile birlikte öncelikle “makro ekonomik programı” değiştirme zamanı geldi
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi karşısında devreye sokulan yaptırımlarla birlikte Rus rublesi, Amerikan doları karşısında yaklaşık yüzde 50 değer kaybetti. Herkes Rus borçlanma araçlarından çıkmaya başladı. Putin bu faiz işine pek sardırmadığı için, Rus Merkez Bankası faiz oranını yüzde 9’lardan yüzde 20’lere çıkardı. Bu arada Londra’da Gazprom ve Sberbank hisse senetleri yüzde 90’ı aşkın değer kaybetti. Bu arada Rusya önemli bir petrol, doğal gaz ve hammadde üreticisi olduğu için yakıt ve hammadde fiyatları tavan yaptı. Hem işgal girişimi, hem de yaptırımlar önemli bir dışsal şok oldu Rus ekonomisi için. Şimdi Ruslar artan enflasyonla tanışacak. Tabii bizim için de öyle olacak.
Türkiye açısından ilk etki ne olur diye sorarsanız, sanırım ortada “makroekonomik program” taklidi yapan mevcut düzenlemeyi değiştirmek gerekecek. Zamanından önce indirilen faiz enflasyonu patlatınca “Faiz sebep, enflasyon neticedir” yaklaşımından nasıl vazgeçtiysek, şimdi de “izin verilen noktada sabit tutulan döviz kuru, azalan enflasyon” düzenlemesini değiştirmek zorunda kalacağız. Hayırlısı.
Neden? Kuru bu şartlar altında belli bir noktada sabit tutmak artık mümkün olmayacağı için öncelikle. Petrol, doğal gaz ve hammadde fiyatları cari işlemler açığını büyütürken, yazın Rus turistlerden gelmesi beklenen dolar girişleri de hayal olacak gibi duruyor doğrusu. Hem savaş var hem de Rusların alım gücü eriyor. Rus işgali, Rusya’nın planladığı gibi “iki günde” savaşa dönüşmeden tamamlanmış olsaydı, etki belki daha kısıtlı olabilirdi. Olmadı.
1970’lerdeki acemiliğimizi şimdilerde yeniden hatırlamakta fayda var
Geçenlerde İngiliz Financial Times gazetesinde böyle bir şikayet vardı. Bir Rus hanım anlatıyordu. Köpeğine, alıştığı gibi Belçika yapımı köpek mamasından bulamıyordu. Artık bulsa bile, ruble yaklaşık yüzde 50 değer kaybettiği için yükselen enflasyonun etkisini de görecek. Yoksullarla varsıllar arasındaki farkları daha bir görünür kılıyor böyle dönemler. Dertler farklılaşıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, şimdi hammadde fiyatlarında Rus işgali ile başlayan artışın etkisiyle, Türkiye’de de enflasyonun öyle söylendiği gibi azalmayacağı, aksine ciddi oranda artacağı bir döneme giriyoruz. Evi boyatmaktan toplu taşımaya, ekmekten konserveye her şey daha da pahalı olacak. Artık 500 liralık banknotu da bir an önce basmak gerekecek, yoksa tomarla para taşıyacağız. Rusya’da hiç değilse merkez bankası ne yapacağını biliyor, burada ise lay lay lom.
Aynı 1970’lerdeki gibi derinden hissedeceğiz artan enflasyonu. Artık acemiyiz bu enflasyon konusunda. 1980ler ve 1990larda hepimiz enflasyonla birlikte yaşayabilmek için teçhizatlanmıştık. Yeni basılan kitaplara fiyat yazılmazdı mesela, kitapçılar kendi kendine yapışan etiketleri kitabın arkasına yapıştırıp, düzenli olarak değiştirirlerdi fiyatları. Ücretler yılda birkaç kere artırılırdı. Şirketler daha yüksek bir özkaynağa ihtiyaçları olduğunu öğrenmişlerdi. Şimdi öyle değil. 1970’lerde de enflasyon ilk kez artarken aynen böyle acemiydik toplum olarak. Hayat pahalılığının, artan yoksulluğun, yükselen belirsizliğin acısını daha bir derinden hissediyorduk.
Şimdi de öyle. Memleketin bir numaralı problemi nedir? Sosyal korunma ağının bölük pörçüklüğü ve zayıflığıdır. Kalanı hikaye, toparlaması çok kolay olur. Bakın burası zor. Pandemi bize vaziyetin nasıl olduğunu öğretmişti. Şimdi artan hayat pahalılığı ile daha iyi anlayacağız durumu. Öncelik yoksullukla mücadele olmak zorunda. Vatandaşlık geliri meselesini artık ciddi ciddi tartışmaya başlayabiliriz sanırım. O noktaya geldik.
Kömürden 2035’te çıkma stratejisini bir an önce hazırlamaya başlayın
Yeşil Yeni Mutabakat bitmez, hatta Rus işgali ile birlikte ivme kazanır. Kısa vadeli planlar elbette şaşabilir. Ben şimdilerde “Almanlar kömüre dönüyor” diye sevinen hidrokarbon lobisine şaşkınlıkla bakıyorum doğrusu. Karbon salımlarını azaltma gündemi hepimizin geleceği. Bu tempoyla kaynaklarını sömürmeye, kirletmeye devam edersek, bize bir tane değil 1,75 tane dünya gerekiyor an itibariyle. Mümkün mü? Değil. O vakit, elimizde olan tek gezegeni nasıl daha az kirleteceğimizi, nasıl daha fazla yaşanabilir kılacağımızı düşünmemiz lazım. Düşünmek yetmez. Plan lazım. Bizim buralarda bazıları, aynı tembel öğrenci gibi, “kar yağdı, okul tatil, derslere sonra bakarız”…
Bu durum bugün yalnızca yüksek gelirli gelişmiş ülkeler dün dünyayı çok fazla kirlettikleri için olmuyor. Bir de üzerine Türkiye gibi orta gelirli gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki on beş yılda yüksek gelirli gelişmiş ülke olacağı için oluyor. Bu kadar insanın daha yüksek gelirli bir tüketim örüntüsüne geçmesi ihtimali nedeniyle, vaziyet böyleyken böyle. Dolayısıyla hadise bizi çok ilgilendiriyor.
Peki, İklim Şurası’nda ne oldu? İklim değişikliği gündemine ülkelerin nasıl intibak edeceklerine ilişkin süreç aslında son derece teknik. Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na intibak etmek için karbon fiyatlaması ve karbon vergilemesine geçerek hidrokarbon fiyatlarını yükseltmemiz gerekiyor. Zaten artan hidrokarbon maliyetleri geçişi zorlaştırmayacak, kolaylaştıracak. Üstelik artan maliyeti bir dışsal faktöre, bölgemizde artan Rus saldırganlığına bağlamak da mümkün.
Teknik olarak yapılabilir olanı yapabilmek için bir dizi siyasi karar vermek gerekiyor. Türkiye açısından 2021 yılı, iklim değişikliği konusunda siyasi kararlılık yılı oldu aslında. Türkiye önce 2015 yılında ilk imzacılarından olduğu, Paris İklim Anlaşması’nı nihayet onayladı. “Dur bakalım Amerika ne yapar, bu gündem ilerler mi?” diye bir soru işareti vardı siyasetin. Biden ile birlikte çözüldü. İlk siyasi karar yerine oturdu.
Bir de üzerine Ankara’da herkesi, ama en çok Enerji Bakanlığı çevrelerini şaşırtan ikinci siyasi karar geldi: Türkiye 2053 yılını Cumhurbaşkanımızın ağzından karbon salımları konusunda net sıfır yılı ilan etti. Bugün 506 milyon ton civarında olan karbon salımlarımızı bundan 31 yıl sonra 80 milyon tona düşüreceğimizi fiilen açıkladık. Yeni bir siyasi karar ortaya çıktı. İyi oldu. Tembelleri işe koşmak için kilometre taşı gerekiyor.
İklim Şurası’na bu siyasi kararlar eşliğinde gittik. Türkiye’nin artık 2053 net sıfır patikası çerçevesinde atacağı adımları planlaması gerekiyor. 2017-2018 yıllarında tamamlanan projelerle Türkiye’de karbon salımı ölçülen 750 civarında tesis var, bunların sektörleri belli. Türkiye’nin bu sektörlerde hemen karbon fiyatlamasına geçebilmesi, kalan sektörler için ise karbon vergilemesini tercih edebilmesi mümkün. Amaç hep aynı: Karbon salımlarını net sıfır hedefi ile uyumlu olarak azaltmak.
Şimdi burada yeni bir siyasi karar daha gerekiyor. Ya tüm sektörlerde karbon maliyetini hızla yukarı çekeceğiz ya da tüm sektörler için maliyet artırımını zamana yayarak öncelikle kömürden çıkmaya karar vereceğiz. Böylece başlangıçtaki geçiş dönemi maliyetini belli yörelerle sınırlı tutarak ve bu bölgelerdeki geçişin adil olarak sağlanabilmesi için azami çabayı sarf ederek, daha kolay yönetilebilir olacak biçimde küçülteceğiz. Siyasi karar budur. Ya bütün sektörler maliyeti daha can acıtıcı bir biçimde hep birlikte tüm Türkiye’de hissedecekler ya da maliyeti belli bölgelerle ve bir sektörle sınırlandırıp karbon salımlarını 2053 patikası ile uyumlu olarak azaltacağız.
Siyasi karar olmadan iklim değişikliği gündeminin hareket etmediğini 2015 ile 2021 arasında gördük. Şimdi beklenen siyasi karar şudur: Kömürden 2035’te çıkma stratejisini hazırlamaya başlayın. Hemen.
Yapımı tamamlanan Adana Hunutlu termik santrali dahil mevcut termik santralları aşamalı olarak kapatılacağına, yenilerinin yapılmayacağına ilişkin iradenizi hemen açıklayın. Rusya’da Putin var, Çin’de şu oluyor, Almanya böyle yaptı demeyi bırakın. 2053 net sıfır hedefi ciddiyse, 2035’te kömürden nasıl çıkacağımızı planlamaya hep birlikte başlayalım. Bölgelerdeki dönüşümün yönetilebilir olması, merkezi ve yerel paydaşların sürece zamanında ve aktif katılımını gerektiriyor. Siyasi irade bu kapıyı açmakta gecikirse bu dönüşüm gündeminin altında kalma, etkileri yönetememe ihtimalimiz de yükseliyor. Olur olmaz demeyin, planı ortaya koyalım, gereken kaynak miktarını görelim.
Hazır artık Rusya hem uluslararası kuruluşlar hem de uluslararası finansal piyasaları için finanse edilebilir olmaktan tamamen çıkmışken bu fırsatı kaçırmayalım. Rusya’ya bağımlılığı azaltmak temel öncelik haline gelmişken, yanlış yapmayalım. İmkanı değerlendirelim.
Çin’den Avrupa’ya gelen mallar için Kuzey Hattı’nın önemi azalırken, Orta Koridoru nasıl güçlendireceğimizi de düşünmeye başlayalım.
Fırsatların kazası olmaz.