Türk Lirası’na hücum
Esasen geçen haziranda rasyonel ekonomi politikalarına dönüş sonrasında ekonomide belirli bir stabilite kazanılmıştı. Ancak, yakın geçmişte tecrübe edilen absürt ekonomi politikalarının ve bunların yıkıcı sonuçlarının hafızalardan kazınması ve yeni ekonomi yönetiminin güven kazanması haliyle zaman alacaktı.
Kamuoyunda “geçen sene cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra meydana gelen kaos bu seneki yerel seçimler sonrasında da yaşanır mı?” endişesi de kaybolmamıştı. Bu nedenle pek çok yatırımcı döviz pozisyonunu daha da artırdı. Ekonomistler açısından ise politika faizinin hüküm süren enflasyona göre yavaş artırılması, faiz aktarım mekanizmasının tam çalışmaması ve ekonomik aktivitenin bir anti-enflasyonist programdan beklenenden daha canlı olması endişe konularıydı. (Nitekim enflasyon aylık ortalamada ekim-mart döneminde yüzde 4’ün üzerinde kalmaya devam etti.)
Seçimler geçtikten ve endişelerin yersiz olduğu anlaşıldıktan sonra giderek hızlanan bir Türk Lirası talebi görmeye başladık. Seçim haftasında swaplar hariç -74 milyar doların da altına inen Merkez Bankası net döviz pozisyonu o tarihten beri artmakta ve bugünlerde -12 milyar dolara kadar gerilemiş durumda. Aynı dönemde Merkez Bankası rezervleri de 123 milyar dolardan 143 milyar dolara yükselmiş durumda. (Bu rakamlar bize kabaca son 2 ayda DTH ve KKM’den TL’ye 40 milyar dolar karşılığı geçiş olduğunu ve 20 milyar dolarlık da yabancı sermaye (+ NHN) geldiğini göstermekte.)
MB istatistiklerine göre TL mevduat faizleri yüzde 65 civarında seyrediyor. (Bazılarımız “kim bu faizleri alıyor?” diye sorabilir. MB son Enflasyon Raporu’nda bu konuya etraflıca değinmeye çalışmış. İşin özü yüksek faizleri KKM’den dönenler ve yüksek mevduat sahipleri almakta. Bankalarda çeşitli kısıtlayıcı düzenlemeler kalktıkça bu durum bir ölçüde normalize olacaktır. Ancak, şu da bir gerçek ki, düşük tasarruf sahipleri düşük, yüksek tasarruf sahipleri yüksek getiri aldıkları için son 3 sene içerisinde zaten ciddi şekilde bozulan gelir dağılımına bir olumsuz etki de buradan gelmekte.) Faizler bu seviyede kaldığı sürece dövizden TL’ye geçiş devam edecektir.
Dövizden TL’ye bu kadar kısa sürede bu kadar yüksek miktarda geçiş olması piyasadaki TL’nin kontrolü açısından zorluklar yaratmakta. Nitekim, mayıs ayında piyasada TL fazlalığı ortaya çıkmış, ve MB borç alıcı durumuna gelmişti. Ancak, durumun farkında olan MB yönetimi geçen haftaki PPK toplantısı sonrasında zorunlu karşılık oranlarını yükselterek bu para fazlasını piyasadan çekmiş gözüküyor. Aynı zamanda, TL faizlerin artmasıyla son dönemde tercih edilmeye başlayan ve sadece son 1 haftada 5 milyar dolar artış gösteren YP kredilerin limitlenmesi amacıyla bunlara banka bazında aylık yüzde 2 artış sınırlaması getirilmiş bulunuyor. Bu krediler maksatı dışında, kullanan şirketler tarafından TL’ye çevrilip TL ihtiyaçlar için kullanılabiliyor(du).
Pazartesi açıklanacak olan TÜFE yüzde 75’e kadar yükselebilir. Bunda geçen senenin mayıs ayında doğal gaz fiyatını sıfırlamak suretiyle elde edilen aylık yüzde 0.04’lük enflasyonun yarattığı baz etkisinin önemli payı olacaktır. (Hesaplamalara göre mayısta doğal gaz fiyatlarının yeniden hesaplara dahil olmasının aylık enflasyon üzerindeki etkisi yüzde 0.66 kadar olacak.) Bu noktada “bakın faizler yüzde 50, enflasyon ise yüzde 75 diyecek olanlara itibar etmek son derece yanlış olur. Yatırım kararı alırken önemli olan geçmiş değil, gelecek enflasyondur. Böyle bakıldığında bugün için TL mevduatlar ayda yaklaşık yüzde 4 net getiri sağlamaktadır. Önümüzdeki dönemde aylık enflayonun bu rakamın üstüne çıkma ihtimaliçok düşüktür. Kısaca, TL reel olarak kazandırmaktadır. Keza, dövizin de piyasa dengeleri içerisinde artma ihtimali yoktur. (Orta vadede gözüken dövizin değer kazanmasının ancak ve ancak MB’nın müdahelesi ile olabileceğidir.)
Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi uzun vadede (bugünkü konjonktürde bu 6 aydan sonrası demek oluyor) bugünkü oyunu bozabilecek tek gelişme (tabii ki jeopolitik riskleri her zaman aklımızın bir kenarında tutarak) maliye politikasında gereken sıkılaştırmanın yapılamamış olması olur. Bu nedenle bugünden sonra en dikkatle takip edeceğimiz veriler kamu harcamaları ve bütçe dengesi olacaktır.