Tüketirken tükeniyoruz
İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mezunları Derneğince bu yıl 15’ncisi düzenlenen Türkiye Vergi Kongresinin 23 Kasım Cumartesi günü yapılan ikinci gün oturumlarının açılış konuşması benden istendi. Benden istenen konuşma konusu ise “Vergilendirmede Adalet Sorunsalı ve Türkiye’de Durum” şeklinde belirlenmişti.
İncelemem istenen durum; Türk Vergi Sistemi’nin adil vergi düzenini oluşturup oluşturmadığı saptamasının yapılması.
Sempozyumun Prof. Dr. Nuran Cömert Başkanlığı’ndaki Bilim Kurulu’nun böyle bir konu ve başlık belirlemesi, zaten “adalet” konusunda bir sorun olduğunun bir delili. Öte yandan basından izlediğim kadarı ile Sayın Maliye Bakanımız da birkaç demecinde ve Plan ve Bütçe Komisyonu’nda “Vergi düzenlemelerinde adalet, eşitlik, öngörülebilirlik ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınarak vergi tabanının genişletilmesi ve gönüllü uyumun artırılmasına yönelik çalışmalar”dan söz etmesi ve birkaç demecinde “az kazananın az çok kazananın çok vergi” ödemesini temin edecek çabalardan bahsetmesi, Sayın Bakanın da vergi sistemimizin pek adil olmadığı inancını taşıdığını gösteriyor. Öte yandan pek çok işçi ve işveren kuruluşu, gelir vergisinin dilimleri düzenlenerek daha adil hale getirilmesini istiyor. Bu arada biz doğal zekâlıların yanı sıra yapay zekâ ya da, bizzat kendisi vergi ödemediği için belki farklı bir yanıt verir düşüncesi ile bir sorayım dedim. Bana söylediği aynen şu; “Türk Vergi Sistemi, teoride bazı adalet ilkelerine uygun olsa da, uygulamada çeşitli sorunlar nedeniyle bu adaleti tam olarak sağlayamamaktadır.” Şimdi bu durumda ben, “vergi sistemimiz adildir” diyemezdim herhalde. Ben de kanaatimi “adil olmadığı” yönünde açıkladım. Bu yüzden kimse kusura bakmasın.
Dünyada adil bir vergi sistemi olarak her hangi bir ülkenin vergi sistemini göstermek mümkün değil. Çünkü adalet ve adillik, çeşitli toplumlara göre değişen, toplumun etik değerlerine ve ahlâk anlayışına, ülkelerin ekonomik yapı ve gelişmişlik düzeylerine göre kamu vicdanında oluşan değer yargısıdır. Bu nedenle ancak ülke sistemleri arasında farklı farklı ölçütlere göre çeşitli kıyaslamalar yapılabilir.
Adil bir vergi sistemi, toplumda ekonomik eşitliği artırmak, gelir dağılımını dengelemek ve kamu hizmetlerini sürdürülebilir bir şekilde finanse etmek için önemlidir.
Adil bir vergi sisteminden söz ediyorsak bunun en başta gelirin yeniden dağılımına hizmet etmesi gerekir. Tabii ki bu açık bir şekilde gerçekleşmez. Daha ziyade eğitim, sağlık ve emeklilik alanında herkese hemen hemen eşit derecede ve kaliteli kamu hizmetlerini sunmak ve sosyal ödenekleri finanse etmekle gerçekleşir.
Vergi yükünün adil dağıtımına hizmet edecek bir önemli unsur ise artan oranlı tarife içerisinde vergilendirme ile gerçekleşir. Zaten “mali güç ilkesi” sosyal devlette artan oranlı vergilendirmeyi gerekli kılar. Bu kapsamda Türk Vergi Sistemi’ne bakacak olursak sistemin %65’ler civarında dolaylı vergilere dayalı olduğunu görmekteyiz. Dolaylı vergilerin artan oranlı tarifeyle alınan vergiler olmaması sebebiyle, mali güç ilkesini gerçekleştirmeye elverişli vergiler olmadığı rahatça görülür. Bu da, vergilerin adaletli ve dengeli dağılıma göre mali güç ilkesine göre alınmasını emreden Anayasal ilkelerin ihlalini ifade etmektedir. Bu nedenle Türk Vergi Sistemi’nin yapısının, daha başlangıçta Anayasal ilkeleri içermediğini bize söylemektedir.
Bu noktada; sosyal devlet ilkesi ve mali güce göre vergilendirme ilkesi ile hiç bağdaşıklığı olmayan, tamamen sermayenin ve yüksek gelir gruplarının kayrılması sonucunu doğurarak kamu hizmetlerinin finansmanının orta ve alt gelir gruplarına yıkılmasına sebebiyet veren tek oranlı tarifeyi teoride savunanları da anlamakta güçlük çekiyorum. Neyse ki, bu görüşlerin yaşama geçmesine engel bir Anayasa düzenlememiz var.
Öte yandan dolaylı vergilerin şahsileştirilmesi de güçtür. Bu vergilerde vergiyi yüklenenin veya taşıyanın gelir düzeyi, medeni durumu ve benzeri şahsi özellikleri dikkate alınamaz. Bu tür vergiler gayri şahsi vergilerdir. Bu tür vergiler düşük gelirli olanların gelirlerinin tamamına yakınını harcaması, bir başka deyişle marjinal tüketim eğiliminin yüksek olması nedeniyle düşük gelir grupları üzerindeki vergi yükünü artırır.(i) Tüketim vergileri üst gelir gruplarını fazla etkilemez. Ancak bu gruplarda da dolaylı veya tüketime dayalı vergiler yine adalet içermez. Çünkü Adam Simth’in de dediği gibi, “insanların tüketimleri her zaman sahip olduklarıyla değil, eli açıklıkları ile ilgilidir”(ii).
Ancak ne var ki, toplama kolaylığı, denetim maliyetinin düşüklüğü, tüketim harcamaları sırasında doğrudan vergiler gibi acısı hissederek ödenmemesi ve dolayısıyla toplumsal tepkinin daha düşük olması gibi sebepler, siyasi iktidarları hep bu tür vergilere itmektedir. Toplama kolaylığı, denetim maliyetinin düşüklüğü dolayısıyla vergi idareleri için bu tür vergiler, “kolay vergiciliği” ifade etmektedir. Sistemi bu tür vergilere yaslayan siyasi iktidarlara ve buna göz yuman yasama organlarına uygulanabilecek tek yaptırım ise “oy mekanizması”dır. Maalesef vergi sistemlerinin kendine özgü yapı ve özellikleri dolayısıyla Anayasalara dolaylı - dolaysız vergi oranlaması konusunda sınırlayıcı bir düzenleme konulamamaktadır. Onca Anayasayı inceledim ancak bu yönde bir düzenleme içerenine rastlamadım. Bu konuda Anayasa Mahkemelerinin de yapabileceği bir şey yoktur.
Kısacası dolaylı vergiler hem vergi sistemi içindeki yeri hem de oran ve bileşimleri itibariyle değerlendirildiğinde görüyorum ki “tüketirken tükeniyoruz”.
Peki, dolaylı vergilerimiz çok mu adil? O da bir başka yazıya.
(i) Ozan Bingöl, Vergi Sistemini Anlama Kılavuzu, Sia yayıncılık, İstanbul 2024, sf:45-46
(ii)Adam Smith, Hukuk Üzerine, (Çev. Ahmet Celiloğlu), Pinhan yayınevi, 2. Bası, İstanbul 2019, sf:284