Tüketimi kısarak kalkınmak mümkün mü?
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, TÜSİAD’ın konuğu olarak Four Seasons Hotel İstanbulat the Bosphorus’ta Türkiye’nin finansının geleceği ile ilgili dört dörtlük bir sunum yaptı. Açık nokta bulunmayan sunumun ekonomiye olası etkilerini, yapay zekâya sormadan kendi zekâmla değerlendirmek istiyorum.
Önce medya ve dijitalleşme konusuna devam edeceğimi; sonra bu sayıda gündemimi değiştirmek istediğimi yazayım.
Yazıya şöyle bir kurgu ve buna uygun başlıkla başlamak isterdim: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile oturup finansal programı konusunda sohbet ediyoruz. Sonra elimizdeki video içeriğinden bir TikTok teaser’ı hazırlıyoruz ve bunun üzerine koyacağımız caz şarkısını beraber seçiyoruz. Başlık ise, “Türkiye caz ile kalkınır mı?” oluyor. Size de şaka gibi geldi değil mi? Bir Kerem Görsev hastası olarak söyleyebilirim ki, cazı ülkemizin kalkınması için bir araç olarak kullanabiliriz ve bunu anlamamı sağlayan kişi Görsev değil, Maslak’ta esnaflık yapan Yılmaz olmuştu.
Yılmaz, kışları kestane yazları ise mısır ve erik satarak yaşamını idame ettiren bir seyyar satıcıydı. Bize her üçünün de iyisini yedirmesi kadar işin felsefesini anlatması ile de dikkat çekiciydi. İş yerim Maslak olmaktan çıktığından beri kendisini uzun süredir görmedim ama hatıralar hala sıcak.
Yılmaz, herkesle kişisel olarak tanışır ve telefon edildiğinde paketi hazırlayıp ofise kadar götürürdü. Bu nedenle tezgâhın başında sıklıkla tanımadığınız birini görürdünüz. “Hayırlı olsun” diye giriş yaptığınızda “Yok ağabey, benim tezgâhım değil. Ben yoldan geçiyordum. Buradaki ağabey ‘beş dakika tezgâha bakar mısın’ dedi. Gitti gelmedi” benzeri bir yanıt alırdınız. Bazen yaşlı bir amcayı “amca dinlen biraz” diye tabureye oturturdu, bazen yaşlı bir teyzeyi… Kimse fiyatları hatırlayıp satış yapamazdı ama tezgâhın başına bir şey gelmemesi için gereken korumayı sağlarlardı. Eski deyimle “tezgâha bakarak olurlardı”.
Yılmaz bir gün bana “Ağabey, bu caz iyi bir şey, değil mi?” dedi. Ben de bu sohbetin esbab-ı mucibesini bilemediğim için “Ben rock’çıyım ama caz da iyidir, tabii” dedim. O benim siparişi durdurup anlatmaya başladı: “Buradaki bir müşterim, ‘akşam işin var mı’ diye sordu. Şirketi bir caz konserine sponsor olmuş. Bana sen de gel, kestane sat. Kimseden para alma, biz sana toplu ödeyeceğiz dedi. Caz güzel şey ağabey, kestane ile de iyi gidiyor; çok iyi satış oldu. İyi para kazandım.”
Ekosistemin önemini anlamak için ekosistem olmalıyız
O zamandan beri caza dayalı bu kalkınma modeli üzerine kafa yoruyorum. Konu tabii ki kestane ve caz değil; etkinlik bazlı ekonomi tetikleyicileri. Amazon Prime’da geçen günlerde seyrettiğim Kolpaçino 4X4’te sinema duayeni Aydemir Akbaş’ın canlandırdığı kumar simsarının şu repliği dikkat çekici. Mealen, ben çalmadım, çırpmadım. Kumardan kazandığımı dostlarımla yedim, diyor Akbaş. Kumarla işim olmaz ama etkinlik bazlı ekonominin iyi bir örneği olarak bundan bahsetmek zorundaydım.
Yine bahsetmem gereken bir diğer konu, kumarın merkezlerinden olan Las Vegas ile ilgili. Son gittiğimde, beni dönüş için havaalanına bırakan aracın sürücüsü, eski bir güvenlik şefiymiş. O işten ayrıldıktan sonra, bu işi yapmaya başlamış. Las Vegas’taki kumarhanelerin ayda ortalama birer milyar dolar ciro yaptığını söyleyen sürücüm, Las Vegas’ın geleceğinin ise şehrin yakınlarında keşfedilen lityum yataklarında olduğunu söyledi. Yeni doğan torununun geleceği için bunları takip etmesi ve ailesine yön vermesi gerektiğini düşünüyordu.
Yıllar önce derginin baskı gününü kaçırmamak için sadece 24 saat kalabileceğimi söyleyerek gittiğim New York’ta, beni davet eden şirket de -çok önemli bir iş yaptığım düşünmüş olmalılar- havaalanına limuzin göndermişti. Limuzinin 80’e merdiven dayamış sürücüsü, hayatı boyunca çalışarak 250 milyon dolarlık bir market işinin kurulmasında oynadığı rolü gururla anlatıyordu. Biz o zamanlar milyar dolarlık şirketlerimizi satmaya çalışıyorduk. Sürücü, o yaşında hala iki gününü bu işe ayırmıştı ve telefon geldiğinde transfer işini hallediyordu. Bunları yazmamın nedeni, ekonominin rakamlardan fazla anlam taşıdığını düşünüyor olmam.
Tüketimi kısarak rakamları tutturmak iyi mi?
Şimşek’in Türkiye ekonomisindeki sorunun temeli olarak görülen göstergeleri düzeltmek için kurguladığı programın dört dörtlük olduğunu söyleyebilirim. Esprili yaklaşırsak, bunun karşılığı şu: insanlar bunu dinler ve etkilenir ama kimse bu müzikte oynamaz. Türkiye’de insanların oynaması için yedi sekizlik veya biraz daha Trakya’ya kayarsak dokuz sekizlik çalmanız gerekir.
Espriyi bir kenara bırakırsak, emek piyasasında yüzde 60’ın üzerinde olan servis sektöründeki istihdam düşünüldüğünde bu politika insan istihdam etmenin maliyetinin inanılmaz derecede yükselmesini getirecektir. Bu da çalışan sayısının azaltılması ya da işletmenin batmayı göze alarak eski tas eski hamam yoluna devam edip adaptif işletme özelliğini kaybetmesi sonucunu yaratacaktır. Doğada bunun karşılığı, örümceğin ağ ile çevirdiği gariban arının suyunu içerek beslenmesidir. Arı ölmez ama hayatı bitmiştir; bir daha bal yapması mümkün değildir ama örümceğin beslenme sisteminin sürmesini sağlar.
Kaynak yönetimi açısından bu sürecin tipik örneği, 1970’li yıllarda suyun yönetimi ile ilgili politikalardır. Bu dönemde Bülent Ecevit başbakan olduğu ve bu politikaları savunduğu için kendisinin adıyla aklıma kazınan bu politikalar, ilk olarak planlı su kesintileri ile başladı. Belirli saatler arasında su kesintisi yapılacağı ilan ediliyor ve halktan önlemini alması isteniyordu. Bunun ardından herkes evinde küvet, kova ne varsa su ile dolduruyordu. Kesinti sona erdiğinde, özellikle duş alınmasının aracı olan küvetler derhal boşlatılıyordu. Tasarruf planlanırken aslında çılgınca bir tüketim döngüsüne girilmişti.
Bunun ardından pencerelerin ve otomobillerin hortum ile yıkanmasına yasak geldi. İnsanlar kova ile getirdikleri suda ıslattıkları bezlerle silerek ve bolca deterjan kullanarak temizlik yapmaya başladılar. Deterjanı akıtmak için daha fazla su kullanmaları gerekiyordu çünkü hortumla yıkama yaparken suyun şiddetini artırmak için hortumun ucunu kısmen parmağınızla kapatırdınız ve suyu püskürtürdünüz. Bu basınç sayesinde pisliğin daha az suyla akıtılması mümkün oluyordu. Kova ile silerek yıkamada su kirlendikçe yeni kova su alınıyordu ve muazzam su harcaması gerçekleşiyordu.
Son olarak çeşmelerden boşa akan su dikkatlerini çekti ve çeşmelere pirinç musluklar takılarak suyun boşa akmasının engellenmesine çalışıldı. Ancak bu çeşmelerin çoğu kaynak suyu ile besleniyordu ve ucu kapatılınca su başka bir çıkış bulup oradan akmaya başladı. Sonuç olarak çeşmeler kurudu ve ardından da kimsenin kullanmadığı çeşmelerin muslukları çalındı. Daha sonra yanılmıyorsam bu çeşmeleri şehir şebekesine bağladılar.
Yanlış politikalar kalıcı hasar bırakıyor
Bunların hepsi kâğıt üzerinde çok faydalı görünüyordu muhtemelen ama sonuç işleyen sistemler daha verimli hale getirilmeye çalışılırken yaratılan büyük yıkım oldu. Üstelik insan davranışları, su yönetimini yapamayacak kadar yetersiz hale getirilerek bozulmuş oldu. Musluğu açıp suyumuzu doldurduktan sonra musluğu kapattığımız günler artık çok geride kalmıştı. Bulunca gürül gürül akıttığımız su kullanıcıları haline gelmiştik. İçinden su akan kurşun borulardan oluşan sağlam altyapı da kesintilerin ardından su verildiğinde musluktan akan sarı pisliğin içinde birikip boruyu tıkaması sonucunda kullanılamaz hale geldi ve çürüdü. Yerlerine plastik borular konuldu. Geçenlerde duvarın içindeki plastik boru şiddetli su nedeniyle çatlayınca tonla tamir parası verdim. Bu da sürdürülebilirlik boyutu.
Buradan yeniden caza dümen kırarsam, bunları değiştirmenin yolunun insan davranışlarını düzenlemek olduğunu bir kez daha hatırlamamı sağlayan Cyberwise Genel Müdürü Aret Kıllıoğlu’ndan bahsetmemi gerektiriyor. İKSV’nin gerçekleştirdiği 31. İstanbul Caz Festivali kapsamında ilk kez İstanbul’a gelen Arlo Parks’ın konserine sponsor olan Cyberwise’ın davetlisi olarak gittiğim Swissotel’de Kıllıoğlu ile zaman geçirme fırsatım oldu ve sanki AT&T’nin 109 milyon kişinin verisini kaptırdığının açıklanacağını biliyormuş gibi bulut bilişimde ve SaaS çözümlerinde verinin güvenliğini ele aldık. Kıllıoğlu, yerinde bir tespitle dijitalleştirilerek bu tür sistemlerde kullanılan verinin yüzde 100 güvenli tutulmasının mümkün olduğunu belirttikten sonra yeterince iyi bir çözümün oluşturulmasının insan davranışlarını düzenlemeye yönelik sosyal mühendislik ile mümkün olabileceğini söyledi. Siber saldırganların sosyal mühendisliğine karşı aynı yöntemin kullanılmasına dayanan bu yöntemle ilgili çok ayrıntılı örnekleri ele aldık. Şimdilik teaser olarak şunu yazayım: Herkesin zam beklentisi içinde olduğu bu dönemde “Zam” adını taşıyan bir eklentiye tıklanması sıradan bir vaka. Cyberwise’ı yazdığımda buradan devam ederiz.
Ama şimdilik şunu belirteyim: Geleceğimizi güvence altına almak için hem Yılmaz’ı hem de gençleri caz konserine göndermek gerekiyor ki o ortama girdiklerinde ne yapacaklarını bilsinler ve ortam kontrolünü sağlayabilsinler. Hem de ekonomi dönsün…