TÜFE’nin tepe noktası ne olacak?
Geçen aydan sonra bu ay da yurtiçi üretici fiyatları artışı yüzde 4’ün üzerinde gerçekleşti. Böylece senelik Yİ-ÜFE de yüzde 35,2 ile yüzde 17,1 olan TÜFE’nin 18 puan üzerine çıkmış oldu. Daha önce 2018’de Rahip Brunson krizi sırasında TL’nin hızlı bir şekilde değer kaybetmesiyle Yİ-ÜFE yüzde 46’ya ve TÜFE arasındaki makas da yüzde 20’nin üzerine çıkmıştı. O dönemde, YÜFE’deki hareketlenmeden hemen bir ay sonra da TÜFE yüzde 25,2 ile tepe noktasına ulaşmıştı.
Yi-ÜFE tabii ki kurlara TÜFE’den çok daha hassas. Nitekim son 2 ayda Yİ-ÜFE’deki bu artışta Naci Ağbal’ın görevden alınmasıyla kurlarda meydana gelen yüzde 15’e yakın artışın etkisi oldukça fazla. Bunun yanı sıra dünyada emtia fiyatlarındaki artışların devam etmesi de ÜFE endeksinin hızlı bir yükseliş göstermesine sebep oluyor. Bir de döviz rezervlerinin seviyesi ve muhtemel cari açıklar dikkate alındığında TL’nin zayıflamaya devam etmesi mümkün gözüküyor. Bu da önümüzdeki dönemde TÜFE üzerindeki kur kaynaklı baskıların devam edeceği anlamına geliyor.
2018’deki kriz sonrasında faizler hızla yükseltilmiş, ekonomik aktivite daralmış ve cari denge fazla vermeye başlamıştı. Ancak 2018’deki politika tepkisinin bu sene tekrar edilmesi çok zor. (Zaten 2018’deki daralma sonrasında 2019’un 2. yarısından başlayarak süper gevşek bir para ve maliye politikası izlenmeye, bu da bizi daha pandemi krizi başlamadan ekonomi açısından oldukça riskli bir noktaya getirmişti bile.) Öncelikle pandemide yeniden bir kapanma geçirdiğimiz ve aşının uygulama takviminin belirsizleştiği bugünlerde Devletten sıkı bir maliye politikası beklemek yanlış olur. Nitekim, kısa çalışma ödeneklerinin süresinin uzatılması ve çeşitli mali desteklerin devam ettirilmesi söz konusu. Buradaki avantajımız başlangıç olarak kamu borçluluğumuzun ve bütçe açığımızın çok yüksek olmaması.
Enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemenin temel yolu ise para politikasının sıkı tutulmasıdır. Para politikasının sıkı tutulduğunun en önemli göstergesi de piyasalarda uzun vadeli faizlerin kısa vadeli faizlerden daha düşük oranlarda teşekkül etmesidir. Bu durumu MB Mart ayında faizleri yüzde 19’a çekerek sağlamıştı. Ancak sonrasındaki “MB operasyonu” sonucunda uzun vadeli faizler yüzde 14’lerden yeniden yüzde 18’lerin üstüne çıktı. 10 yıllık bir faiz için bu oranın çok yüksek olduğu muhakkak. (“Yatırımcılar sadece bu sene değil önümüzdeki 10 senenin de büyük bir bölümünde yüksek enflasyon bekliyorlar” anlamına geliyor.)
Maliye politikasının ister istemez göreceli gevşek seyredecek olması ve ilginç bir şekilde son faiz artırımlarının kredi hacminde istenildiği ölçüde bir daralma yaratmamış olması da (MB Enflasyon Raporunda bu sene için çıktı fazlası tahminini artırmış bulunuyor) önümüzdeki dönem enflasyon beklentilerini menfi olarak etkileyen unsurlar. Yüksek faize rağmen kredi kullanımının devam etmesi 3 noktayı ön plana çıkarıyor. Birincisi bizim gibi ülkelerde kredi talebinde maliyetten (faiz) daha çok krediye erişimin (bankadan kredi alabilmek) daha önemli olması. İkinci bir nokta ekonomik aktörlerin deklare edilen enflasyon oranına inanmaması, bu nedenle krediye verdiği reel faiz oranını çok yüksek görmemesi olabilir. Üçüncü nokta başta tüketiciler olmak üzere ekonomik aktörlerin enflasyonun önümüzdeki dönemde artmaya devam edeceği beklentilerinin olması. Eğer ileride alacağınız bir malın fiyatının kendi gelirinize oranla daha fazla artacağını düşünüyorsanız, yapacağınız gidip söz konusu malı fiyatı artmadan hemen satın almak olur. Diğer bir ifadeyle hızlanarak artan enflasyon ortamında talep öne çekilmiş olur. Bu davranış şekli de faiz politikasının etkinliğini azaltır.
Sonuç olarak her şeye rağmen TÜFE bu sene yüzde 18’in üzerine çıkmayabilir ve sene sonunu da yüzde 15 civarında kapatabiliriz. Ancak, pek çok yorumcu da ilerleyen aylarda enflasyonun 19’u da geçebileceğini, ancak böyle bir durumda MB’nın faiz olarak bir politika tepkisi vermeyeceğine inanıldığı için ekonomide politika belirsizliğinden kaynaklanan ek bir risk unsuru oluştuğunu düşünüyor haklı olarak.