Trans-Pasifik’te ekonomi-politik dalgalar
Trans Pasifik Ortaklığı’nın (TPP-Trans-Pacific Partnership) kökleri, Brunei, Şili, Yeni Zelanda ve Singapur'dan oluşan küçük bir Pasifik Kıyısı ülkeleri grubu arasında 2005 yılında imzalanan ticaret anlaşmasına dayanıyor. 2008'de ABD Başkanı Bush, ABD’nin bu grupla ticaret görüşmelerine başlayacağını beyan etti ve Avustralya, Vietnam ve Peru'nun katılmasına öncülük etti. Görüşmeler ilerledikçe, grup Kanada, Japonya, Malezya ve Meksika'yı kapsayacak şekilde genişledi; toplamda 12 ülkelik bir ortaklık haline geldi. Obama, 2009 yılında göreve başladıktan sonra görüşmelere devam etti. Katılımcı ülkeler Ekim 2015'te anlaşmaya vardılar ve 2016'da anlaşmayı imzaladılar. Bu ortaklık, ABD için hem ekonomik hem de jeopolitik çıkarları sürdürmek için Asya odaklı bir stratejinin merkezi olarak görülüyordu. TPP ekonomileri, küresel ekonominin yaklaşık %40'ını oluşturuyordu ve anlaşma, hem ülke sayısı hem de toplam ticaret akışı açısından ABD tarafından şimdiye kadar tamamlanan en büyük anlaşma oluyordu. ABD'nin TPP ülkeleriyle ticareti 2015 yılında 1,5 trilyon dolardan fazlaydı.
ABD tarafında anlaşmayı destekleyenler olduğu gibi desteklemeyenler de vardı. Obama ve destekleyicilere göre anlaşmanın tarifeleri düşürmesi ve pazar erişimini artırması ile tüketici fiyatları düşecek ve yeni işler yaratılacak, ABD ihracatı ve sınır ötesi yatırımları artacak, ekonomisi büyüyecekti. Vietnam ve Malezya gibi gelişmekte olan ülkelerde daha tutarlı kuralların uygulanması, anlaşmadaki tüm partnerleri daha verimli hale getirecek, üretkenliği ve büyümeyi artıracaktı. Anlaşma aynı zamanda ABD'nin Asya-Pasifik bölgesindeki stratejik çıkarlarını da geliştirecekti. Diğer yandan, Trump da dahil olmak üzere muhalifleri, anlaşmanın ABD'de imalatı azaltacağını, ücretleri düşüreceğini ve eşitsizliği artıracağını öne sürdü. Hükümet ve düşünce kuruluşları tarafından yapılan ekonomik modeller arasında dikkat çekici ekonomik büyüme öngörüleri bulunurken, bazı modeller, tarım ve hizmet sektörlerindeki büyüme ile dengelenen imalat sektöründe iş kayıpları ve istihdam üzerinde karışık bir etki öngördü. 2016 başkanlık kampanyası sırasında hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat adayların hedefi haline gelen anlaşma ABD Kongresi tarafından hiçbir zaman onaylanmadı. Trump, 2017'de görevdeki ilk gününde TPP'den resmen çekildi.
ABD ayrıldıktan sonra anlaşmanın diğer üyeleri, yeni bir versiyon ile ilerledi. Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma (CPTPP - Comprehensive and Progressive Agreement for Trans-Pacific Partnership) olarak bilinen bu versiyon hakkında daha önce köşemde bilgi vermiştim. O zaman bu konuyu ele alma sebebim İngiltere’nin CPTPP’ye üyelik başvurusu idi. CPTPP, derin ekonomik entegrasyon gerektiren detaylı bir anlaşma. Bu anlaşmanın, dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin Avrupa’dan uzaklaşarak dünyanın daha hızlı büyüyen bölgelerine kaymasını ivmelendirebileceğini ifade etmiştim.
Yeni Zelanda ve Singapur’un bir ticaret ortaklığını ilk kez müzakere etmeye başladığı günlerde, Çin henüz küresel ticaret sisteminin bir parçası değildi ve ekonomik ağırlığı da bugünle kıyaslandığında oldukça önemsizdi. Çin’in o günlerde dünya mal ihracatındaki payı %3,4’tü; şu an %15’i aşmış durumda. Bu da Çin’i, dünya ihracatında çift haneli paya sahip olan tek ülke yapıyor. Dolayısıyla Çin diğer ekonomiler için sağlam bir müttefik, ya da tehlike olarak durabiliyor. ABD’nin TPP içinde yer aldığı dönemdeki amacı da Çin’in Trans Pasifik bölgesindeki ticaret etkisini kontrol edebilmekti ve bu anlaşma Çin’in bölgesel ağırlığını dengeleyici bir unsur olarak görülmekteydi.
TPP üyesi olmayan Çin, on beş Asya-Pasifik ülkesini içeren ancak ABD'yi içermeyen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP - Regional Comprehensive Economic Partnership) adlı ayrı bir ticaret anlaşmasına gitti. Ayrıca Güney ve Orta Asya'da ticaret ve enerji altyapısını geliştirmeyi amaçlayan Kuşak ve Yol Girişimi'ni başlattı. RCEP, sekiz yıllık müzakerelerin ardından Kasım 2020'de imzalanmıştı. RCEP, TPP kadar kapsamlı değil. Daha az tarifeyi ortadan kaldırıyor; hizmet ticareti, fikri mülkiyet veya çalışma ve çevre kurallarını aynı ölçüde ele almıyor. Hindistan’ın katılmama kararı ile de öngörülen pazar büyüklüğüne erişmemişti. Yine de RCEP dünyanın en büyük ticaret bloklarından birini oluşturuyor ve CPTPP ile RCEP birlikte bölgedeki ülkelerin ABD olmadan hareket etmeleri açısından önemli görülüyor.
16 Eylül 2021 tarihinde Çin, CPTPP’ye katılma başvurusunda bulundu. Bu katılım, RCEP de göz önünde tutulduğunda Çin ekonomisi için oldukça destekleyici olabilir. Diğer yandan CPTPP’ye yeni üyelerin katılımına oybirliği ile karar veriliyor ve Çin’in başvurusu üye ülkeler arasında görüş ayrılıklarına ve belki de bazı üye ülkeler arasında bağların zayıflamasına sebep olabilir. Bir kısım üye Çin’in katılımının olumlu olacağını düşünürken bir kısım üye Çin’in başvurusunun gerçek nedenine şüpheyle yaklaşabilir.
İki ayrı gelişme bu konuyla alakalı olarak ilgi çekiyor. Birincisi, Tayvan’ın da CPTPP’ye katılmak istemesi. Çin ve Tayvan arasındaki ihtilaf nedeniyle Çin’in başvurusu Tayvan’ın katılımını önlemek için atılmış bir adım olarak değerlendiriliyor. İkincisi, başvurunun ABD'nin Avustralya ve İngiltere ile Canberra'ya nükleer enerjili denizaltı satışını da içeren bir savunma ortaklığı açıklamasından kısa bir süre sonra gelmesi, Çin’in bu savunma ortaklığına tepkisi olarak nitelendiriliyor.
Peterson Enstitüsü analistlerine göre bu anlaşmanın yüksek standartları, Çin’in katılımını zorlaştırabilecek. Kamu iktisadi teşebbüslerine verilen desteğin kısıtlanması ve yapılarının daha şeffaf hale gelmesi Çin’in anlaşmaya katılmak için yapması gerekenler arasında gösteriliyor. Ayrıca Çin’in veri yerelleştirme politikası CPTPP ülkeleri arasındaki sınırlar arası bilgi transferi ilkesi ile ters düşüyor. Üstelik geçtiğimiz günlerde geçmiş olan veri koruma kanunu ile yabancı şirketlerin ülke dışına veri çıkarması daha da zorlaştırılmıştı. Dolayısıyla anlaşmaya engel olan ve Çin’in kısa sürede halledemeyeceği meseleler var.
Anlaşmanın bu yılki başkanı Japonya, Çin’in başvurusunu üye ülkelere danışacağını belirtirken bunun ne zaman gerçekleşebileceğine yönelik tarih belirtmekten kaçındı. Bu başvuru pek de kısa sürede sonuçlanmayacak gibi. Diğer yandan Çin’in başvurusu Biden yönetiminin Asya stratejisinin sorgulanmasına yol açabilir. Biden, mevcut haliyle anlaşmaya dönmeyi istemiyor, ancak işgücü ve çevre hükümlerinin güçlendirilmesi için yeniden müzakere edilebileceğini ifade ediyor.