Toplumumuzun güçlü ve güçsüz yönlerini sorgulamalıyız

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Az da olsa anlayarak izlediğim ilk seçimi 1955’de yaşadım. Demokrat Parti’nin kazandığı seçimi köyümüze ilk kez gelen radyonun ajanslarının yüksek sesle sokağa yansıtılması, insanların siyaset yorumları bugünkü gibi zihnimde diri duruyor.

Seçim sonrasında ortaokula başladım; babamın alış-veriş yapmam için tanıştırdığı asker arkadaşının bakkal dükkânında gazete de satılıyordu. Cumhuriyet gazetesi okumaya başladım. Cevat Fehmi Başkut’un köşesi, daha sonra İlhan Selçuk’un “Onuncu Köyü” ders çalışmaktan daha önemliydi benim için. Daha sonra Çetin Altan’ın değişik gazetelerindeki yazıları eklendi. Derken Lise günlerinde Doğan Avcıoğlu’nun YÖN Dergisi zihin gıdamız haline geldi.

Bu satırları seçim günü akşamının geç saatlerinde yazıyorum. Sık sık odamdan çıkarak, kalabalık bir grup halinde sonuçları izleyen ve değerlendiren arkadaşları gözlemliyor; bir yandan da yazıyı yetiştirmeye çabalıyorum.

Seçim sonuçlarından bağımsız olarak bu ülke insanın hangi özelliklerinin geleceğimizi güven altına alabileceğini zihnimde kalan birikimlerle sorguluyorum.

Başta Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Bernard Lewis, Prof. Dr. İlber Ortaylı olmak üzere çok sayıda yerlu ve yabancı tarihçi, sosyolog, ekonomist, felsefeci, psikolog gibi değişik disiplinlerinde uzmanlaşmış insanlardan öğrendiğim, kendimce bir sonuca ulaştığım; Bu toplumu güvenli bir gelecek yaratan özelliklerimizle ilgili düşündüklerimi sıralıyorum:

Ordu ve bürokrasi

Birincisi, bu toplum bin yılı aşkın bir zamandır; var olmak ve varlığını sürdürmek için “ordusunu” örgütlemektedir. Ordumuz, çok sayıda devletin kuruluşu, geliştirilmesi ve çöküşüne tanıklık etmenin engin birikimine sahiptir. Bir kriz anında ordumuzun “sahaya yayılma ve asayişi sağlama” yetkinliği dost ve düşman tarafından farklı kılan özellik olarak altı çizilmektedir; benim yaşamım boyunca da, küçük istisnaları olsa da ordunun söz konusu özelliğine tanıklık ettim.

İkincisi değişik tarihçilerin ve diğer düşünce insanlarının paylaştığı, “bağımsızlığını koruma” toplumun temel şiarlarından biridir. Toplumun bağımsızlığına verdiği önem, yüklediği değer uzun dönemli geleceği güven altına almasına sağlayan vazgeçilmez, ihmal edilemez, savsaklanamaz, disiplinsizliklere kurban edilemez bir özelliğidir.

Üçüncüsü, çok sayıda gözlemcinin paylaştığı özellikler arasında yer alır: Zor zamanlarda, içteki ayrılıkları unutarak , “birlik ve dayanışma” göstererek sorunların üzerine gitme yetkinliğidir. Son büyük deprem sırasında, başka alanlarda pek gözükmeyen sivil inisiyatifler öne çıkmış, toplum birey, topluluk ve toplum olarak birlikte var olmanın dayanışma örnekleri sergilenmiştir. Zor zamanlarda kapanma özelliğimizin canlılığı ve diriliği, yaygınlığı ve derinliği var olmanın güvencesi olarak bir kez daha kanıtlanmıştır.

Dördüncüsü, insanımız, “doğal kaynak konforuma” sahip olmadığını, sadece insanımızın bilgi ve becerisiyle toplumlar arasındaki yarışta yerimizi olabileceğimizi her zaman kavramıştır. Söz konusu eğilim, ülkemizdeki üretimin gelişmesinde insan-odaklı bir gelişmeyi güçlendirdiği için bulunduğumuz coğrafyada farklı bir konuma sahip olduğumuzu söylemek abartı değildir.

Beşincisi, insanımızın var olma ve varlığını koruma konusunda “esnekliği ve uyumu” çok değerli bir kültürel özelliğimizdir. Toplum, varlığını korumak için kültürün değerlerinde de, unsurlarında da değişim gösterme ve uyum sağlamada tereddüt etmemektedir. Özellikle Bernard Lewis’in vurguladığı bu özelliğimizi, “gurbet sılam olur” sloganıyla anlatılan, üçüncü kuşağa doğru hızla ilerleyen başta Almanya olmak üzere, diğer gelişmiş ülkelere göç eden insanımız tekrar tekrar kanıtlamaktadır.

Altıncısı, İlber Ortaylı’nın başka ülkedeki bir tarihçiye gönderme yaparak,” Bulunduğumuz coğrafyada bir buçuk devlet var” anlatımındaki gerçekliktir. Askeri örgütlenme ve hareketlerdeki dinamiği kadar üretim alanında, özellikle imalat sanayinde bugün erişilen düzeyde ordusuyla, bürokrasisiyle, özel kesimiyle yeterli olmasa da örgütlenme becerisi ülkemizi ve insanımızı çevresinden ayrıştıran özelliktir.

Yedincisi, ülkemizin ortak kültür derinliğidir. Belgrad’dan Çin seddine, herhangi bir havaalanında yüksek sesle, “ Bana bir nefer gerek” diye bağırsanız, çevrenizde hemen üç beş kişi toplanır. Bu ortak dil ve kültür iyi değerlendirilirse, askeri güç kadar yumuşak güç oluşturmanın da potansiyelidir.

Eksiklerle yüzleşmek erdemdir

Var olmamızı ve uzun dönemli geleceğimizi güven altına alan özelliklerimiz yanında, bizi orta gelir tuzaklarına yakalatan, gelişmiş toplumlar kervanına katılmamızı engellen yanlarımız yok mu?

Gördüğüm en önemli eksikliğimiz, envanter, veri ve net bilgi üreterek, veri-odaklı iş yapma konusundaki disiplinsizliğimizizdir. Veri ve bilgi disiplinsizliği olması gereken yere varmamızı engelleyen çok önemli bir zayıflığımız ve boşluğumuzdur.

Envanter, veri ve net bilgi disiplinsizliği, “alışkanlıkla yönetim anlayışını aşarak, analizle yönetim aşamasına geçişimizin” önündeki engeldir. Ülkemizde küçük işyerlerini bir yana bırakalım, orta ve büyük işyerlerimizin çoğunda bütçe yapma, bütçe kontrolü ile işleri yönetme oranı oldukça düşüktür.

Envanter, veri ve net bilgi eksikliği, ilke ve kurallara dayalı planlı iş yapma yerine, günlük ihtiyaçlara göre belirlenen pragmatist uygulamaları öne çıkarmaktadır. Cumhuriyet yönetiminin bir asrının sadece 27 yılında eksikli de olsa plan yapıldığını, o plan dönemlerinin ortalama büyüme oranının yüzde 9.5 olduğunu unutmamalıyız ki, pragmatizm ve popülizm tuzaklarından kurtulabilelim.

Plan ciddiyeti olmayınca, öngörme-önlem alma disiplinsizliği öne çıkmakta, kaynakları “etkin koordinasyonla” değerlendirmenin yaratacağı “verimlilik düzeyi” yakalanamamaktadır. Büyük boşluklarımızdan biri de her alanda verimlilik düzeylerimizin yetersiz olmasıdır; gelişmenin ve ilerlemenin temel koşulu olan verimlilik konusu önemle ve özenle ele alınmalıdır.

Altını çizmemiz gereken bir başka husus da “gözetim ve denetim disiplinsizliğinin” yarattığı kayıt dışı uygulamaların oluşturduğu “haksız rekabetin” gelişmenin önünü tıkamasıdır. İster insanın yaptığı “etken gözetim ve denetim” açısından bakalım, isterse sisteme dayalı “ edilgen gözetim ve denetimi” ele alalım; ödünsüz gözetim ve denetim eksikliği, adaletsizliğin, haksızlığın, eşitsizliğin, güvensizliğin kaynağıdır; gelişmenin önündeki büyük engeldir.

Demek istiyorum ki, seçimi kim kazanırsa kazansın, toplumun temel özelliklerini dikkate almayan yönetimlerle kararlı bir gelişme yaratmamız mümkün olmaz. İkinci tur seçimlerde mutlaka toplumun gelişme yaratan özellikleri kadar, gerekli disiplinle beslenmeyen zayif yönlerini de sorgulamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar