TL’nin değer kaybı beklenen faydayı neden sağlayamıyor
Ben bu yazıyı yazarken dolar kurumuz 9.07’i geçmiş yeni zirvelere doğru yol almaktaydı. Geçenlerde yabancı bir analistin ifade ettiği gibi bugünlerde TL dünden daha değersiz ama yarından daha değerli bir durumda. Reel Efektif Döviz Kuru (REDK) olarak adlandırılan ve TL’nin dış ticaretimizdeki payına oranla ağırlıklandırılmış diğer para birimlerine göre seviyesini ifade eden endeks ise Haziranda 60’ın altına gerileyerek bu endeksin hesaplandığı 28 senenin en düşük değerine gerilemişti. Eylül sonu itibarıyle 62.8 olan REDK kur artışının böyle devam etmesi durumunda ekim sonunda yeniden 60’ın altına gerileyecektir. Bu endeksin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre hesaplanan 2 versiyonu daha var. Bunlardan gelişmekte olan ülkelere göre hesaplanan endeks 2008’den beri yüzde 55 değer kaybetmiş durumda. Bu esasen gelişmiş ülkelere olan ihracat açısından rakibimiz olan ülkelere karşı rekabet gücümüzü önemli oranda artıran bir gelişme olmalıydı. Ancak olmadı. 2008’de yıllık ihracat hacmimiz 201 milyar dolardı. Aradan geçen 13 senede döviz kurumuz bu kadar değersizleşmiş olmasına rağmen bu sene OVP’ye göre beklenen ihracat miktarı 211 milyar dolar!
Aynı dönemde örneğin Çin yuanı dolara karşı 7.1’den 6.4’e geriledi. Çin parası 13 senede değil değer kaybetmek, yüzde 10 kadar değer kazanmış durumda. Buna karşın 2008’de 1.2 trilyon dolar olan Çin’in ihracatı eylül itibarıyle 12 aylık bazda 3.1 trilyon dolara ulaşmış vaziyette. Sadece eylüldeki ihracatı yüzde 28 artışla 306 milyar dolar oldu. Tabii ki emtia fiyatlarındaki artışların da ihracat hacmindeki artışta önemli payı var. Ancak bazı kesimlerin Çin-ABD arasındaki gergin ilişkilerden medet umarak bir kısım ihracatın biz ve bizim gibi ülkelere kayacağı beklentileri de fazlasıyla iyimser olabilir. Çin 20 senede elde ettiği ihracat payını öyle kolay kolay kaptırmayacaktır.
Biz ise ihracatta böyle bir ivmelenmeyi bir türlü yakalayamıyoruz. Unutmayalım ki Çin özellikle ihracat hamlesinin başlarında yabancı şirketlere kapılarını sonuna kadar açtı, pek çok ortak üretim ve ticaret anlaşması yaptı. (Şimdilerde Çin ile bu tür ortaklıklar geliştirmek daha zor çünkü artık ihtiyaçları da pek yok.) Biz ise yabancı yatırımlar önemli diyoruz ama bir türlü doğru dürüst yabancı yatırım çekemiyoruz. (Tabii, bu arada bir de Honda gibi ülkeden çıkan yatırımlar var.) Gelen yatırımların da tamamı ya gayrimenkul yatırımları, ya da zaten var olan şirketlerimizin yabancı rakiplerimiz tarafından ucuza satın alınması şeklinde. Bunların bize pek bir faydası yok. Milli hasılayı gelirler yönünden basitçe ücretler ve kârlar olarak tanımlarsak biz bu şekilde kârlarımızı yabancı şirketlere devretmiş oluyoruz. Hem de reel ücretleri iyice düşürerek. Bunun sonucunda milli hasılamızda artış beklemek pek mantıklı değil herhalde. Daha dünyanın tam küreselleşmediği 80’li ve 90’lı yıllarda bile Türkiye’de yabancı ortaklarla pek çok yatırım yapılmış, pek çok sanayi gelişmiş, bunun sonucunda hem ülkede daha nitelikli bir işgücü oluşmuş, hem de kârın en azından bir kısmı yerli sermayede kalmıştı. Biz bugünlerde şirketlerimizi satarak aslında bir anlamda sermayeden yiyoruz.
Denilebilir ki, son dönemde özellikle hizmetler sektöründe yabancıların yeni teknoloji şirketlerine yatırımları arttı. Bu güzel bir gelişme ama bu şirketlerin ülke ekonomisine faydalı olmaları için esasen yurtdışında başarılı olmaları ve elde ettikleri kârları da ülkemizde yeniden yatırıma dönüştürmeleri lazım. Şahsen bu şirketlerin en azından bir kısmının know-how bakımından büyük bir rekabet avantajı olduğunu ve orta vadede küresel çapta başarılı olabileceklerini düşünmüyorum. (Kuşkusuz bugünkü teveccü kısmen Dünyadaki likidite bolluğundan da kaynaklanmakta.) Böyle bir “küresel” başarıyı yakalasalar bile günün sonunda bu şirketler kârlarını çeşitli vergi cennetlerine plase edecek “küresel” şirketler olacaktır, yerli ve milli şirketler değil.
Ekonomik istikrarı ve gerek yerli, gerekse de yabancı sermaye için sağlıklı ve güvenilir bir yatırım ortamını sağlamadan paramızı ne kadar değersizleştirirsek değersizleştirelim istenen ivmeyi yakalamamız mümkün değil. Zamanında “komünist” Çin bunu başardı, ama biz başaramıyoruz!