Ticaret anlaşmalarında iklim değişikliğine yönelik hükümler artıyor
1990 - 2020 arasında bölgesel ticaret anlaşmalarının sayısı yaklaşık 50’den 350 seviyelerine kadar yükseldi. Dünya Ticaret Örgütü’ne bildirilen ve şu an yürürlükte olan toplam 349 anlaşmayı inceleyen çalışma gösteriyor ki bölgesel ticaret anlaşmalarına çevresel hükümlerin eklenmesi yeni bir olgu değil. Bu anlaşmaların %97’sinde çevreye dair en az bir hüküm mevcut. Bunlardan en çok karşılaşılan ise, ticari yükümlülüklere ait çevreyle ilgili genel istisna içeren ya da çevre koruması ve sürdürülebilir kalkınmanın önemini vurgulayan hükümler. Günümüze kadar en kapsamlı ve en detaylı çevre hükümleri Kanada, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve ABD tarafından yakın zamanda müzakere edilen anlaşmalarda bulunuyor. Her ne kadar çevresel hükümlerin büyük kısmı dil, kapsam ve uygulanabilirlik açısından değişse de hükümler genellikle benzer kaygılara yönelik. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında imzalanan bölgesel ticaret anlaşmalarında karşılaşılan hükümlerde ise yurt içi çevre yasalarının katılık seviyesine ve uygulamasına atıf yapılıyor. Bildirilen bölgesel ticaret anlaşmalarının %18’indeki hükümler çevreye dair tarafların mevcut kurallarını geliştirmesini öngörürken, %17’sindeki hükümler yüksek seviyede çevresel koruma belirlenmesini, sadece %4’ü ise çevre yasalarının kabulünü gerektiriyor.
349 bölgesel ticaret anlaşmasının 64’ünde iklim değişikliği, küresel ısınma, sera gazı emisyonları ve düşük karbon ekonomisine doğrudan atıf mevcut. İklim değişikliği hükümlerinin kimisi çevresel ürün ve hizmetler yoluyla iklim değişikliğiyle mücadelenin öneminin altını çiziyor. Bir kısmı ise iklim değişikliği politikalarının benimsenmesi ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin kabulünü içeriyor. En yaygın hüküm çeşidi ise 58 bölgesel ticaret anlaşmasında bulunan iklim değişikliğiyle mücadele ve uyumu konusunda iş birliği öngören hükümler.
İklim değişikliğiyle ilgili hüküm ilk olarak 1993 yılında Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazar’ını (COMESA) kuran anlaşmada görülüyor. Bu Anlaşma, tarafların Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin kabulünü öngörüyor. İklim değişikliğiyle ilgili ilk kapsamlı hüküm ise 2012 yılı AB, Kolombiya, Ekvator ve Peru arasında yapılan anlaşmada yer alıyor. Bu anlaşma, tarafların Kyoto Protokolü ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin pratiklerini uygulayacaklarına dair taahhütlerini içeriyor.
Avrupa Birliği’nin en son akdettiği bölgesel ticaret anlaşmaları bu protokol ve sözleşmeye ek olarak Paris Anlaşması’nın da uygulanması konusunda iş birliği gibi daha spesifik taahhütleri de ihtiva ediyor. AB’nin And Milletler topluluğu, Avustralya, Endonezya, Japonya, Kore, MERCOSUR, Meksika, Yeni Zelanda, Singapur ve Vietnam ile olmak üzere kimisiyle hala müzakeresi devam eden toplam 10 bölgesel ticaret anlaşmasında aynı Çerçeve Sözleşmesi’ne atıf mevcutken bunlardan And Milletler topluluğu ve Kore ile yapılanlar dışındaki 8 tanesinde ise Paris Anlaşması’na atıf var.
2018’de imzalanan Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma (CPTPP) açıktan iklim değişikliği kavramına atıfta bulunmasa da ozon tabakasının korunması, düşük karbon ekonomisine geçiş, gemi kaynaklı kirliliği engelleme, sürdürülebilir balıkçılık yönetimi gibi konularda detaylı çevre bölümleri içeriyor. Anlaşma düşük karbonlu ekonomiye geçişin kolektif eylem gerektirdiğini ve tarafların kendi koşul ve kapasitesine göre eyleme geçeceğini kabul ediyor.
2020 yılında NAFTA’nın yenilenmesiyle yürürlüğe giren Kanada-ABD-Meksika Ticaret Anlaşması (CUSMA), CPTPP gibi doğrudan iklim değişikliği kavramına atıfta bulunmasa da çevreye dair detaylı bir bölüme sahip. CPTPP’de bulunan çevresel hükümleri geliştirmenin yanı sıra, anlaşmaya hava kirliliği ve deniz çöpü hakkında yeni birkaç hüküm eklenmiş durumda. CUSMA ormanların karbon depolama dâhil olmak üzere birçok ekosistem hizmetlerini sağlamadaki kritik rolünü belirtiyor. CPTPP de CUSMA da enerji verimliliği konusunda tarafların iş birliği yapmasını öngörüyor. Bunun yanı sıra uygun maliyetli, düşük emisyonlu teknolojilerin, alternatif, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının, sürdürülebilir taşıma, sürdürülebilir kent altyapı sistemlerinin geliştirilmesi gibi konularda da taahhüt getiriyor.
Bugüne kadar yapılan bölgesel ticaret anlaşmalarındaki iklim değişikliğiyle ilgili hükümlerin çevresel etkisine dair ampirik kanıt olmasa dahi, yapılan bir araştırmada bu hükümlerin karbon emisyonu dahil olmak üzere seçili kirleticilerin emisyon azaltımına dair olumlu etkisi raporlandı. Bölgesel ticaret anlaşmalarında iklim değişikliğine yönelik hükümlerin dünyamızın sürdürülebilirliğine etkisinin ölçülmesine yönelik yapılacak çalışmaların artması ile buradan çıkacak muhtemel olumlu sonuçların söz konusu hükümlerin yaygınlaştırılmasını teşvik edeceğini düşünüyorum.