Teknolojiye bağlılığın bedeli
Geçtiğimiz hafta, dünya genelinde ‘tarihin en büyüğü’ olarak nitelendirilen teknolojik bir çöküş gerçekleşti. Küresel düzeyde pek çok şirketin operasyonları aksadı ya da tamamen durdu. Havayolları uçuşlarını iptal etmek zorunda kaldı.
Uzmanlar, dünya genelinde büyük sorunlara yol açan bu durumun tam anlamıyla toparlanmasının haftalar sürebileceğini söylüyor.
Tek bir şirketin, tek bir güncelleme hatası ile küresel ölçekte bir dijital karanlık yaşandı. Üstelik, başımıza bir kez daha böyle bir şey gelmeyeceğinin garantisi de yok!
Bu örnek, insanlığın teknoloji ile geldiği noktayı ortaya koyması açısından kritik. Bugün fiziksel, dijital ve biyolojik sınırları bulanıklaştıran teknolojilerin birleşimiyle karakterize edilen bir dönemin tam göbeğindeyiz.
Dijitalleşme, fiziksel dünyanın yönetilmesi için özellikle veri tabanları ve büyük veri analizi desteğiyle yeni (sanal) bir dünya inşa ediyor. Bu, tıpkı son yaşadığımız örnekteki gibi, teknolojinin kırılganlığını ve fiziksel dünyanın teknolojiye olan hayati bağımlılığını da beraberinde getiriyor.
Teknoloji gelişirken, kırılganlık da artıyor!
Çok değil, bundan sadece 40-50 yıl önce kişisel bilgisayarlarla tanışan insanlık, bugün kendi kararlarını verebilen bilinçli yapay zekâ teknolojilerini tartışıyor. Dahası, yakın geleceğimiz çok daha hızlı teknolojik gelişmelerle yazılacak gibi duruyor.
Bu roket hızındaki teknolojik ilerleme ile gelen dijital devrim, insanların günlük yaşam pratiklerinde, alan-zaman referans noktalarını doğrudan etkiledi ve değiştirdi. Gerçekten de bulut bilişim, blockchain, artırılmış gerçeklik, büyük veri analitiği, nesnelerin interneti, yapay zekâ, öğrenen sistemler, biyoteknolojiler ve elbette yepyeni dijital uygulamalar sayesinde toplumun dijitalleşmesi ve "platformlaşması" yaşanıyor. Bu da, insanlığa güç ile birlikte, teknolojiye göbekten bağlı olmasını sağlayan kritik bir kırılganlık getiriyor.
Fiber-optik damarlar
Burada bir parantez açarak, artık hayatımızın her alanında kalp gibi çalışan teknolojiler için son derece kırılgan bir konudan daha bahsedelim. Bu teknolojilerin çalışması için damarlara, yani fiber-optik kablolara ihtiyaç var.
Bloomberg'de yayımlanan bir makaleye göre dünya ekonomisi, "bahçe hortumundan daha kalın olmayan fiber-optik hatlar" üzerinde işliyor. Yaklaşık 1,5 milyon kilometre uzunluğundaki bu kablolar, okyanusları çaprazlama geçerek, iletişimin yüzde 99'unu taşıyor.
Küresel düzeyde yeni bir dijital karanlığın yaşanması adına bu yapının kırılganlığı apaçık ortada duruyor. Bugün örneğin, Tayvan’ın dış dünyayla tüm bağlantısını koparmak için 14 kabloyu kesmek yeterli.
Bunun geçmişte örneği de var. 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı sırasında ABD Donanması, İspanya ile Küba arasındaki iletişimi engellemek için telgraf bağlantılarını kesmişti. Günümüzde ise Rusya ve Çin gibi ülkeler, deniz altı kablolarını kesmek veya bozmak için özel gemiler, denizaltılar ve dronlar geliştiriyor.
Geleceğin sorumluluğu
Geçtiğimiz hafta yaşanan teknoloji çöküşü, dijital çağın parlak yüzünün ardında saklı olan karanlık gerçekleri gözler önüne serdi. Bu olay, sadece dijital altyapının kırılganlığını değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik düzlemde etkisinin hangi boyutlara çıkabileceğini gösterdi.
Teknoloji, hayatımızı kolaylaştırmakla birlikte, büyük kırılganlıklar ve riskler taşıyor. Bu büyük çöküş, bize teknolojinin güvenliğinin ve sürekliliğinin yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda etik ve stratejik bir sorumluluk olduğunu hatırlatıyor.
Bu tür krizlere karşı daha dirençli bir yapı oluşturmak için, teknolojiye olan bağımlılığımızı dengede tutarak, güvenlik ve sürdürülebilirlik odaklı bir yaklaşımı benimsemek önemli.
Nanoteknoloji, biyoteknoloji, yapay zekâ teknolojileri ve bilişsel bilimlerin yakınsamasıyla artık göbekten bağlı olduğumuz bu veri ve teknoloji odaklı çağda, insanlık adına bugün ya da gelecekte karşılaşabileceğimiz tehditleri her yönüyle tartışmamız gerekiyor.
Bu, sadece teknolojinin değil, insanlığın geleceğini de şekillendirecek sağlıklı bir dengeyi bulmak anlamına geliyor.