Teknoloji ve toplumsal önyargı tuzakları

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Faiz, döviz, borsa, büyüme ve enflasyon gibi günlük yaşamı zorlayan konuların anlatımında iki değişik dil var: Biri, bütün medyada sürekli yinelenen kavramlardan oluşan, herkesin anladığını sandığı, o nedenle sürekli tekrarlanan ama yaratılmak istenen sonuca taşımada istenen etkiye yapamayan anlatım. Diğeri, değişen koşulları ayrıntıda gözlemleyen, kuramsal çerçeveleri dikkate alan, analitik çabayla beslenen, kavramlar geliştiren, orta ve uzun dönemde karar süreçlerini ve sonuçları etkileyen dil.

Kitlelerin “anladığını” sandığı bilinen kavramlarla örülü dili seçerseniz müşteriniz daha kalabalık olur. Yeni oluşumları, değişkenleri, kuramsal çerçeveleri, modelleri ve metotları paylaşarak, değişim ve dönüşüme katkı yapmak isterseniz hedef kitleniz daralır. Daralır ama temel kararları, kurumları oluşturan süreçleri belirleyenlerin de “seçkin azınlıklar” olduğunu göz önünde tutmak gerekir.

Orta ve uzun dönemde “teknolojilerin olası etkileri” kalıcı sonuçlar yaratır ama teknolojinin etkilerini zihninde sorgulayarak berraklaştırmamış müşterilerin peşine takılma büyük ölçüde sizi “popülizm batağına” sürükleyebilir.

Teknolojilerin değişen niteliği

Faiz, döviz, borsa hareketleri, enflasyon ve büyüme gibi sonuçlar, teknolojilerin yarattığı, zaman içinde baskın hale gelen “eğilimlerden” beslenir. Eğilimleri erken uyarı mantığıyla gözleme, baskın hale gelmeden olası fırsat ve tehlikelerini öngörme ve önlem alma, disiplini etkili gelişme yaratmanın ve yönetmenin yoludur.

Az ilgi çekse de “teknolojilerin olası etkilerini” tartışarak “geleceği yönetmede farkındalığı” artırmak için müşterimizin niceliğinden çok niteliğe önem vermek gerçek anlamda bir kamusal aydının sorumluluğu değil midir?

Geçen hafta, bu sütunlarda “Dayanıklı bir ekonomi için teknoloji nasıl sorgulanmalı?” sorusunun yanıtını aradık. Paylaştığımız yazının merkez düşüncesi, “teknolojideki nitelik değişmeleri iyi izlenmezse, uyum konusunda geç kalınarak yüksek bedeller ödetir ” varsayımıydı.

Teknolojilerde gözlenen başlıca “nitelik değişmeleri” de şöyle sıralanıyordu:

- Daha önceki teknolojiler “kol gücünün uzantısı” iken, yeni teknolojiler “zihin gücünün uzantısı” haline gelmiştir.

- Yakın geçmişe kadar, zihin “teknolojinin kaldıracı” işlevini görürken, yeni teknolojiler “zihnin kaldıracı” işlevini görmektedir.

- Teknolojiler ağırlıklı olarak “insanın performansını” artırırken, yeni teknolojiler “insan performansını artırma işlevini sürdürürken insanın yerini almaya adaydır.

- Teknolojik gelişmeler, evrenin yapı taşlarını oluşturan “en küçük parçalara” (atom,bayt,gen) ve “en büyüklere” (karadeliklere) erişebilme potansiyellerini artırıyor.

- Teknolojiler psikolojik ve fizyolojik anlamda “bizi bizden daha iyi tanıma” konusunda hızlı adımlarla ilerliyor; bu ilerleme hayatı anlamlandıran sosyal, zamansal, mekânsal, deneysel ve psikolojik mesafeleri yeniden ayarlamayı gerektiriyor.

Teknolojilerdeki nitelik gelişmelerinin “ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik” potansiyellerini artırmaları “umutlar” kadar “korkulara” da kaynaklık ediyor. “Umutların kendi saflıklarının doruklarından düşerek ölmelerini”, korkuların da bizi birbirimizi boğazlayacak savaşlara kadar uzanmamasını istemiyorsak, teknolojilerin yakın ve uzak geleceğe etkilerinin neler olabileceğini alabildiğine sorgulamalıyız.

Emma Buck’in 100 yıl önceki davası

Sıddhartha Mukherjee’nin “Gen” kitabında anlattığı Emma Buck’in kısırlaştırması hikâyesini anımsamakta yarar var.

Emma ve kızı Carrie’yi baba Frank Buck terk etmişti. Frank’ın nerede olduğu, yaşayıp yaşamadığı bilinmiyordu.

Emma ve kızı yoksulluk içinde yaşıyor; ancak bağışlarla ayakta durabiliyorlardı. Emma’nın para karşılığı ilişkiye girdiği söylentileri vardı; frengi hastalığını kapmıştı.

Emma şehrin sokaklarında yakalandı; serserilik ve fahişelikten gözaltına alındı.

Doktorlar üstünkörü muayene yaparak, Emma’nın “kıt akıllı” olduğuna ilişkin rapor verdi; Virginia Eyaleti Kolonisi’ ne (karantina bölgesi) kapatıldı; ömrünün kalanını bu sınırlı alanda tamamladı.

Emma’nın kızı Carrie bir koruyucu aileye verildi. Koruyucu ailede bir kuzen Carrie’ye tecavüz etti; hamile olduğu anlaşıldı. Aile olayı örtbas etmek için Emma’yı kolonide yaşamaya mahkum eden yargıcı devreye soktu. Hazırlanan raporda Carrie’yi suçlayan her türlü kılıf ve gerekçe yer aldı; “kıt akıllı” olduğu kanıtlanmaya çalışıldı. Annesinden 4 yıl sonra Carrie de Eyalet Kolonisi’de yaşamaya mahkum edildi. Carrie’nin kız çocuğu da mahkeme kararıyla bir başka koruyucu aileye verildi.

CArrie 4 Haziran 1924’de Virginia Eyalet Kolonisi’ne yerleştikten sonra hakkında tutulan notlar okuduğunu, yazdığını, kendine baktığını ve düzenli tuttuğunu belirtiliyordu. Resmi makamla ise notlara rağmen Carrie’yi “ Orta Derecede Moron” diye sınıflandırdı.

Politikada yer edinmek isteyen Dr. Albert Priddy kitle desteğini almak için “Kıt akıllı insanları ıslah için kısırlaştırma” kampanyası başlattı. Priddy, insanların Eyalet Kolonisi’nde yalıtılmalarını geçici bir önlem olduğunu düşünüyordu; kısırlaştırmanın ise daha kesin yol olduğunu savunuyordu.

Virginia Senatosu 29 Mart 1924’de insan ıslahı için kısırlaştırma yasasını onayladı. Carrie Buck 17 Kasım 1925’de mahkemeye çıkarıldı. Tanıklar Dr. Priddy’nin organize ettiği kişilerdi… Carrie’nin 8 aylık bebeği de tanıklar arasındaydı;” Anneyi tanıyor olmam önyargılarımı besleyebilir” diyen sosyal güvenlik uzmanı bile, mahalle baskısıyla, bebeğe bakarak kıt akıllı” olduğu yönünde muğlak ifadeler kullandı.

Mahkeme Carrie’nin kısırlaştırılması kararını verdi; 19 Ekim 1921’de kısırlaştırıldı.

Bu hikâyeyi neden anlattığımız meraklarınızı ateşlemişse, Mukherjee’nin söylediklerine bütün dikkatinizi odaklayın: “Mendel’in bezelyeler üzerinde ilk deneylerinden 62 yıl sonra Carrie Buck zorla kısırlaştırıldı: O sürede ‘gen’ bir bezelye deneyindeki soyut bir kavramdan, güçlü bir sosyal kontrol aracına dönüşmüştü!”

Bugün nitelik değiştiren teknolojilerdeki gelişmelerin anlamsız sosyal kontol araçlarına dönüşmeyeceğine yüzde yüz güvenebilir miyiz?

Kötü işler yapmak istemiyorsak

Teknolojideki yeni keşiflerin çığ gibi büyüdüğü günümüzde, kötü işler yapmak istemiyorsak, tek yolcu ve tek doğrucu anlayışların tuzaklarına yakalanmamalıyız.

 Kendi yanılmazlığına inananların yarattığı büyük tehlikeyi görmeli ve tavrımızı netleştirmeliyiz.

 Bengal’ın büyük çocuğu Mukherjee’nin sesine kulak vermeliyiz:“ Her hücrenin, her canlının fizyolojik işlevlerini yerine getirmesi için bilgiye ihtiyacı var.” Bizler de canımızı korumak, aklımıza sahip çıkmak, neslimizi sürdürmek, malımızı muhafaza etmek ve kültürümüzü yaşatmak istiyorsak önce geleceğimizi etkileyen teknolojik konularla ilgili net bilgi sahibi olmalıyız,

Teknolojik bilgilerimizin bir toplumsal önyargıya dönüşmesini engelleyerek, birbirimizi kırmanın, boğazlamanın, eziyet çektirmenin, haksızlık ve adaletsizliği önlemenin en etkili yolu olan sorgulamaya gereken emek ve zaman harcamalıyız.

 Hızlı değişme döneminde olay ve olguların adlandırılması, kavramlaştırılması, kavramların düşünceye dönüştürülmesi, malumatların bilgi haline gelmesi, bilginin anlamanın aracı olması ve anlamanın da insan yaşamını kolaylaştırıcı bir “anlamlandırmaya” erişmesi ciddi emek ve çaba gerektiriyor. Bütün bunlar kısa mesaja dayalı iletişim, sosyal medya geyikleriyle olacak şeyler değil… Merak, amaç, sevda ve irade ister…

 

 

 

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar