Tedarik zincirinde “aslan payını” kim alıyor?
✔ Önemli rakibimiz olan Uzakdoğu ülkelerine bakın: Siyasi irade, bürokrasi, iş insanının kültürel derinliği işbölümü ve ihtisasa dayanıyor. Bir de buna çok büyük iç pazarların yarattığı sipariş ölçeklerini eklediğinizde bambaşka bir rakiple yüzleşiyorsunuz.
Ülkemizde “uluslararası ölçekte üretkenliği” yakalamış kesimler ile ülkenin yarı-legal, yarı-formel yapısından beslenen üretkenliği düşük kesimler arsındaki denge hayati önemde sorunumuzdur. Ayrıntılı analizler kanıtlamaktadır ki, kayıt dışı üretkenliği düşük alanlar, uluslararası rekabet düzeyini yakalayabilen alanlara göre daha büyüktür. Bu durum ekonomimizin hızlı büyümesini engelleyen en önemli etkendir.
Herhangi bir alanda üretim fikrinin ortaya çıkması, kavram geliştirme, görsel ve sayısal ölçülerin geliştirilmesi önemlidir ve “tedarik zincirinin” bütün aşamalarına hakim olmak gerekmektedir. Tasarımdan ana hammaddelerin teminine, üretim alanınızın girdi aldığı ve girdi verdiği sektörlerin ileriye-geriye doğru bağlantıları, iletişim-etkileşimleri, rekabet ve işbirlikleri, destek hizmetleri, ekosistemin besleyici ve asalak unsurları ne kadar kontrolümüz altında ise kaynak verimi o kadar yüksek, gelişme de o kadar hızlı olabilmektedir.
Eli taşın altındaki insanlara soyuyoruz
Hüseyin Birben İTÜ’de petrol mühendisliği okumuş bir Karadenizli. Kuzeninin çağrısı üzerine makine üretimine bulaşmış, 35 yıldır da sektörde var olan, kendini kanıtlamış bir firmanın sahibi ve yöneticisi. Beylikdüzü’ nde 4 bin m2 alanda üretimini sürdürüyor BENEKS Makine. Bir mühendislik firması. Kumaş boyahanelerinde kullanılan apre ve kumaş hazırlama makineleri konusunda uzmanlaşmış. Üretiminin yüzde 75’ini ihraç ederek bu ülkenin kıt kaynaklarından biri olan döviz gelirlerine katkı yapıyor.
Uzun zamandır tanıştığımız, sektörle ilgili her türlü bilgiyi paylaştığımız Birben’e , “ Ülkemizde tedarik zincirinde yaratılan değerlerin aslan payını imalatçılar değil aracılar alıyor varsayımımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunu yöneltiyoruz.
Sorunlar yaşayan, çözümleri dert edinen deneyimli iş insanımız , “ Ülkemizin çok önemli bir birikiminin olduğunu kabul edelim. İnsanlarımız iç ve dış koşulların bütün zorlamasına rağmen bir şeyler üretmenin peşinde büyük gayretler gösteriyor. Bütün gayretlere rağmen küresel ölçekte yeterince kendini kanıtlamış firmalar yaratamadık. Bunun değişik nedenleri var. Aile şirketleri yaygın, ikinci ya da üçüncü nesilde büyük çoğunluğu parçalanıyor. Sözleşmeye dayalı iletişim-etkileşim kültürümüz yeterince olgunlaşmadığı için ortaklılıkları çok kolay kuruyor, çok sudan nedenlerle dağıtılıyoruz. İşlerimizi iyi düşünülmüş planla yapma yerine kara düzen büyük çabalarla yapıyoruz. Sermaye yetersizliğini işbirlikleri ve birleşmeler yaparak aşan kültürel olgunluğa erişemedik. Ülkemizde ortaklıklar oluşturma yazılarınızda sık vurguladığınız “gerek şart” ama kültürümüz buna imkân vermiyor. Önemli rakibimiz olan Uzakdoğu ülkelerine bakın: Siyasi irade, bürokrasi, iş insanının kültürel derinliği işbölümü ve ihtisasa dayanıyor. Bir de buna çok büyük iç pazarların yarattığı sipariş ölçeklerini eklediğinizde bambaşka bir rakiple yüzleşiyoruz. Küçük bir köy haline gelen küresel pazarda oluşumlara karşı alternatif çözümler üretemezseniz, gelişmeniz sınırlı kalıyor; genelinde değer zinciri, özelinde de tedarik zinciri geliştirici etki yapamıyor. Özetlediklerim, temel sorunlarımızdan biri…Bu konulara ortak çözümler bulmak zorundayız!” diyor.
İthal ya da yerli girdinin ortaklaşa sağlanması
Ülkemizde imalat sanayi geliştikçe meslek örgütleri gelişti. Her meslek örgütü kendi üyelerinin sorunlarına ve çözümüne yönelik çalışmalar yapıyor. Çabalar var ama, gerekli üretkenlik düzeyini yakalamaya katkı yapıyor mu? Soruna daha sınırlı alanda bakalım: Makine üretiminin temel girdisi paslanmaz çelik konusunu düşünelim. Diğer üretim alanlarında meslek örgütleri rekabet gücü katkısı yapacak “ortak tedarikle maliyet düşürme” konusunda bazı girişimlerde bulundu. Gözlediğimiz kadarıyla yaygın ve etkili bir başarı sağlanamadı. Şimdi meslek örgütlerimizin gücünü ve iş programını değişen iç ve dış koşulları dikkate alarak yeniden yapılandırmamız gerekiyor düşüncesindeyiz. Bu konuda sizin değerlendirmenizi almak isteriz diyoruz Birben’e.
Konuyu bütün imalat alanlarının sorunlarından biri olarak değerlendirdiğini söylüyor Birben. Diyor ki, “Kurduğumuz derneklerde görev alan insanların özverisini inkar edemeyiz. Dernek yönetimlerinde içtenlikle yapılan çalışmaların tabanda yankılanması gerek. Sektörde yer alan herkesin sivil toplum örgütlenmelerine gerekli ilgiyi gösterdiğini, katılım sağladığını söylersek kendimizi aldatmış oluruz. Dernek örgütlenmelerinin seslerini yükseltecek parasal kaynakları oluşmuyor. Üzerinde çalışılan talepler ne kadar gerçekçi, ne kadar haklı olursa olsun karar odaklarında gerekli etkiyi yapamıyor. Bir somut örnek verelim: Devlet burs veriyor, sonra burs alana ‘zorunlu hizmet” yaptırıyor. Ben yeni mezun bir mühendisi alıyor birkaç yıl ona emek, zaman ve para harcayarak yetiştiriyorum. Bir gün geliyor yatırım yaptığım insan iş yerinden ayrılmak istiyor. Bende edindiği bilgileri de biriktirdiği dosyayla birlikte başka yere taşıyor. Bu tutumu sadece ahlâki telkinlerle çözemeyiz. Meslek örgütleri, medya mensupları, bürokrasi yetkilileri ve siyasi irade hep birlikte konu üzerine giderse sonuç alınabilir. Makro ekonomik dengeleri ne kadar iyi kurarsak kuralım, işyerleri ölçeğinde doğru refleksler geliştiremezsek kaynaklarımızı gerektiği gibi değerlendirebilir miyiz?”
Birbirimizi anlama yollarını bulalım
Hüseyin Birben mühendisçe yaklaşıyor. Bir hesaplama, ölçü modeli özetliyor: “ Diyelim ki makineci paslanmaz çelik kullanıyor. Bir bakıyorsunuz ki sac yüzde 20 vergilendirilmiş. Böyle bir kararın ileriye ve geriye etkilerini saha çalışması yaparak iyi değerlendiren uzman gerek. Bir uzmanlık için aynı alanda 10 bin saat çalışmış olma koşulunu aranır. Kararı oluşturanlar böyle bir deneyime sahip mi? Kararları alanların ne kadar uzman olduğunu ülke yararı adına sorgulamak gerekmez mi? Örneğin BEA ile yapılan ticaret anlaşmasının olası etkilerini değerlendiren bir çalışma yapılmış mıdır? Yapıldıysa üretim yapanlarla paylaşılmış mıdır? Teşvik sistemi geliştirilirken saha taraması yapılarak karşılaşılan ve karşılaşılabilecek sorunlar nesnel biçimde değerlendirilmiş midir? Düzenlemeler ve yaptırımların rekabet gücüne etkileri göz önüne alınmış mıdır? Sonunda üretici kaybedince memleket kaybetmiş olmuyor mu? Rekabet edebilir ölçek yaratma, teknoloji donanımı kullanma ve yeni koşullara uygun yönetim geliştirme birbirimizi anlayarak yapılırsa etkili olur. Masa başı, bütünlükten yoksun, geniş etkileşimi hesaplanmamış kararlar alınmamalı…”
Sahada deneyim kazanmış, işlerini kulaktan duyma i değil deneyime dayalı bilgiyle yapan insanların sorunlarını anlamak için uzman olan insanlar yerine, kulak kirliliğini arındıramamış malumatı bilgi sanarak karar verme büyük kaynak israfına yol açıyor. Nereden bakarsak bakalım, tedarik zincirlerini bir bütün olarak değerlendirerek ülkemiz için en uygun olan yol ve yöntemleri seçmemiz gerekiyor…