Tavşan Deliği’nden Çıkış
Westworld dizisinde oyun parkına yeni gelen bir ziyaretçi, karşılaştığı güzel bir kadın yetkiliye, “Siz gerçek misiniz?’’ diye sorar. Hanımefendi ise, “Aradaki farkı anlamıyorsan, gerçek olup olmadığımının bir önemi var mı ki?” diye cevap verir.
Küresel risk barometresi olarak S&P500 endeksini baz alıyoruz ama bu tabii ki, “Diğer piyasalar da bu endeksi birebir takip eder” demek değil. Ayrıca en fazla vurguladığımız konu, daha kısa vadeli yani en fazla birkaç hafta ve bunun ötesi yani orta ve uzun vade ayrımı. Kısa vadede, hem S&P500 endeksi hem bizim hisse senedi piyasaları için olumlu görüşümüzü koruyoruz. Daha orta ve uzun vadede ise küresel borsalardaki ayı piyasasının henüz sonlanmadığını düşünüyoruz. Dolayısıyla görmeyi beklediğimiz yükselişin, daha ziyade düşüş trendi içerisindeki bir trend karşıtı hareket olacağı kanaatindeyiz.
Benzer görüşleri Mayıs ayında da ifade etmiştik. O zamanki yükseliş başladıktan sonra her ne kadar yeni zirve bekleyenler ortaya çıktıysa da, hareketin maksimum 4400 seviyesini görebileceğini düşünmüştük. Nitekim endeks Mayıs sonu yüzde 10'luk sıçramayla 4200'e ulaştıktan sonra, Haziran ayında önemli bir satış yemiş ve ilk etapta altına sarkmasını pek beklemediğimiz 3800'ün de altını görmüştü. Stratejik olarak olumsuz görüşümüz devam ediyor. 3200-3500 bandı bizce olası. Kısa vadede ise, hisse senetleri borsaları, özellikle ABD endeksleri fazla satıldı. Dolayısıya muhtemelen üçüncü çeyreğin sonlarında, Ekim ayının başlarında başka bir düşüş dalgası başlamadan önce yükseliş yönünde bir fırsat penceresinin açılmaya başlayacağını düşünüyoruz.
Okuyucuyu bıktırma pahasına da olsa, tekrar vade konusunu vurgulamamız gerektiği görüşündeyiz.. Özellikle trend karşıtı tepki yükselişleri, son iki seferde de gördüğümüz gibi, “Trend olumluya döndü, yeni zirveler göreceğiz’’ gibi çoşkuyla karşılanabiliyor. Dolayısıyla, gerçek ve sanal arasındaki farkı görmek ve anlamak bu süreçte oldukça önemli olacak.
Son iki yılda gösterdikleri müthiş performanstan sonra reel varlıkların, örneğin emtia ve ilgili hisselerin, özellikle de yılbaşından bu yana roketleyen enerji sektörünün soluklanması beklenir. Yılbaşında konsensus nezdinde inanılmaz modayken, ‘‘Teknoloji hisselerini beğenmiyoruz’’ diyen kaç kişi vardı bilmiyoruz. Ama yüzde 30’u aşan düşüşten sonra, özellikle de ABD faizlerinde yatay ve hatta gerileme beklerken, teknoloji hisseleri bizce kısa vadeli olarak daha cazip hale geldi. Özellikle mega teknoloji hisselerinin S&P500 yükselişine öncülük etmesini bekliyoruz. Tepkinin gücünü ve süresini ölçmek için bu hisseler ve ayrıca Biotech sektörünü takip etmenin önemli olduğu görüşündeyiz. Fakat bu hareketin 4200 seviyesini aşmayacağını düşünüyoruz.
Gelişmekte olan ülke piyasalarına baktığımızda ise bizim borsanın da özellikle TL bazında, bu zaman zarfında iyi performans göstermesini bekliyoruz. Yılbaşından bu yana özellikle Brezilya ve Çin borsaları konusunda olumlu olduk. İlki yüzümüzü güldürdü, Çin’in ise son zamanlardaki performansına baktığımızda yüzümüzü güldürme yolunda ilerlediğini söyleyebiliriz. Özellikle Çin teknoloji hisseleri, bizce iyi potansiyel vadediyor. Güney Kore ve Tayvan borsaları ise aşırı satış yedi ve tepki yükselişi için en uygun adaylar arasında.
Döviz piyasalarında ise yeterince ilgi çekmediyse de İsviçre Merkez Bankası’nın (SNB) faiz artırımı, artık bir dönemin kapandığının önemli işaretlerinden biri. İleride tarih, bunu da sanaldan gerçeğe kayış trendinin örneği olarak yazacak. Özellikle İsviçre frangı değerlemesi için zeminin hazırlanmış olması son 10 yılda, CHF'yi sabit tutmak için triyonlarca dolar değerinde ülke, şirket bonosu ve hisse almış olan SNB, CHF’nin değerlenmesine izin verirken bunları satar mı?
Sonuçta stratejik olarak olumsuz görüşümüz devam ediyor. S&P500 için henüz dipleri görmediğimizi ve 3200-3500 bandının daha olası olduğunu düşünüyoruz. Tarihsel olarak daha normal fiyat kazanç ve kâr büyüme oranlarıyla birlikte baktığımızda 3000 seviyesinin de daha altı, 2500-3000 daha makul gözüküyor. Ancak bu, illaki o seviyeleri göreceğiz demek değil, ama bu seviyeleri görürsek “aşırı ucuzladı” dememek lazım. Hatta ABD, gerçekten enflasyonla mücadele edildiği dönemde F/K’lar 7’ydi, bu da S&P500 için 1500 civarına tekabül eder. Fakat oraları göreceğimizi düşünmüyoruz. Sebebi de basit. Şu an herkes, şahin merkez bankalarını konuşuyor olsa da bizce bu durum önümüzdeki aylarda değişecek ve merkez bankaları havlu atacak.
Sanal sebep olarak birçok argüman öne sürülse de merkez bankalarının bir emtia ve gıda krizi ortasında faiz artırımı için gerçek sebeplerinin ücretlerdeki artış olduğu daha net anlaşıldıkça, ağır bir küresel depresyon yerine stagflasyonu tercih etme olasılıkları çok yüksek. Kulağa radikal veya komplo teorisi gibi geliyor değil mi? O zaman İngiltere Merkez Bankası Bbaşkanı’na kulak verelim.: İngiltere Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey, milletvekillerine yaptığı sunumda, enflasyonun yüzde 80'inin merkez bankasının kontrolü dışındaki faktörler tarafından yönlendirildiğini açıkladı. Sonra da enflasyonun, bir şeyler yapabilecekleri kısmına döndü; o da çalışanların ücretleri.
Kanaat önderleri, genelde teknik jargon veya kulağa hoş gelen ama anlamı net olmayan ifadelerle kasıtlı olarak suları bulandırır. Bu nedenle, Bailey’nin konuşmasının bu kadar net olması sürpriz.
Yani sonuç ne? Sanal alemlerde neler konuşuluyor ve yazılıyor olsa da son 20-30 yıldır etkin olan dezenflasyonist yapısal trendler vardı. Bu da, merkez bankacılarının enflasyonu düşük tutmak için ağır faiz şokları uygulamak zorunda olmadığı anlamına geliyordu. Küresel dezenflasyon çağının gizlediği perdenin ardında ne olduğu daha açık görüldü. Dolayısıyla şimdi işler değişti. Bu merkez bankacıların ücret talep enflasyon sarmalının gelişmesini önlemek için işsizliği artırmaya çalışacakları anlamına geliyor. Kanaat önderleri, üç aşağı beş yukarı aynı politikaları ve söylemi benimsemiş ana akım partilerin güç kaybını anlamaya çalışa dursun, merkez bankalarının böyle bir yönde ilerlemesi, buna imkan veren siyasi güçlerin de erimesi anlamına gelecek.
Hatırlayalım; Volcker, ABD'yi iki resesyona sokma pahasına kısa vadeli faiz oranlarını yüzde 19'un üzerine çıkardı. Aynı dönemde işsizlik neredeyse yüzde 11'e çıktı.
Şu an ne ekonomilerin borç yükü ne de siyasi iklim, Volcker dönemi benzeri bir enflasyonla mücadeleye izin vermeyecek. Beklediğimiz sert piyasa çalkantısı, akabinde tüm dünyayı ağır bir daralma ve borç deflasyonu sarmalına sokmak üzerine oldukları anlaşıldığı anda merkez bankaları havlu atacaktır.
Tercih, küresel çöküş ve ılımlı stagflasyon arasında olunca ikincisi tercih edilecek. Tabii onu tercih edecek olmaları, gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Ama şu anki şahinliğin sanıldığı kadar da uzun süreli olmayacağını düşündürüyor. ‘‘Peki enflasyon yüksek kalacaksa, faizlerin yükselişi nasıl engellenecek?’’ diye sorarsanız, bizim cevabımız da, ‘‘Aynı 1940’larda yapıldığı gibi’’ olur. Ya da daha genel bir cevap olarak; “financial repression” ile.