TAŞLARI SULAYAN ŞEHİR: Diyarbakır
İlk tohumları 1883 yılında atılan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın düzenlediği ‘Mezopotamya Gastronomi Zirvesi’ nedeniyle geldiğim Diyarbakır’da üç günlük ziyaretten yine zenginleşerek döndüm. Mezopotamya’nın en verimli toprakları olarak anılan ‘bereketli hilal’in kuzey ucunda yer alan, Körtik Tepe’de başlayan 12 bin yıllık tarihi ile 33 medeniyeti barındırmış şehri ayrıntılı keşfetmek, tarihine, kültürüne iyice vakıf olmak üç günde elbet mümkün değil. Neyse ki DTSO’nun hazırladığı, müze ve arkeoloji kazıları dahil kapsamlı programı yanında zirvenin tarım, gastronomi, yaşam kültürü açısından zengin içeriği, yazar Şeyhmus Diken ve ‘Amida’nın Sofrası’nın yazarı Silva Özyerli gibi has Diyarbakırlıların aktardıkları anılarla, bu şehrin ruhunu bir nebze olsun yakaladığımı sanıyorum. Suriçi’nin kuytu hazinelerini iyi bilen Diyarbakırlı bir dostla 2-3 saatlik kaçamağın buna katkısı hayli fazla. 2015 hendek çatışmalarının acıtıcı izlerini taşıyan Suriçi kadar sürprizli bir yer… Şimdi Şehir Müzesi’ne dönüşen, bir zamanlar şehirdeki zenginlerin görkemli hayatlarından ipuçları veren Cemil Paşa Konağı’nın az ilerisinde, bir avludaki kafede geleneksel dövme ‘daq’ yapan bir genç kız ve siyasi nedenlerle dengbejliği bırakmış yaşlı bir bilgeyle sohbet mümkün. Bu arada gece yapılan ‘kaçamaklar’ da var. Diyarbakır’da nereye gidileceğini iyi bilen İstanbullu gurmelerle Kaburgacı Selim Amca, Baklavacı Sıtkı Usta, Paçacı Fazıl Usta, Ardebaş Ocakbaşı’nda Ciğerci Ali Usta tek bir gecenin kaçamak durakları. Aynı gece geç vakitlere kadar canlı olan Sülüklü Han’da molayı unutmayayım. Ayrıca, benim tek başıma çıktığım, ‘güncel sanat’ı keşif kaçamağını da...
İÇİNDE KAZI OLAN TEK MÜZE
Mezopotamya Gastronomi Zirvesi’nin açılışından önce katılımcıların ilk ziyareti Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’ne oluyor. Müzeye değinmeden Diyarbakır Kalesi ile ilgili bir iki not… Kale yaklaşık olarak 5 bin 800 metre uzunluğunda, 5 ila 12 metre genişliğinde, birbirini tamamlayan iç ve dış kaleden oluşuyor. Şehre egemen olan medeniyetlerin mimari karakterlerini, sanatsal üsluplarını yansıtan oyma ve kabartma motiflerinin yanı sıra Grekçe, Latince, Ermenice, Süryanice ve Arapça yazıtlardan 63 tanesi günümüze kadar gelmiş. Şehri ele geçirme mücadelelerinde defalarca yıkılan, yeniden ayağı kaldırılan Diyarbakır Kalesi ve hemen önünde göz alabildiğine uzanan Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alanı, 2015 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmişti. Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girdikten kısa bir süre sonra Suriçi’nde patlak veren ‘hendek çatışmaları’ nedeniyle restorasyonu yeni tamamlanmış, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi Surp Giragos ağır hasar görmüş ve Suriçi’nin 15 mahallesinden 4’ü yıkılmıştı. Kilise, ikinci kez restorasyondan geçti ve açıldı. Yıkılan Suriçi mahalleleri bir zamanlar Davutoğlu’nun dediği gibi İspanya’nın Toledo’su olmadı.Çoğu Diyarbakırlının geçerken görmemek için yüzlerini çevirdikleri, kişiliksiz, villa benzeri binalar dikildi. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’ne dönersem, İç Kale Diyarbakır Müze Kompleksinin içinde. Artuklu Kemeri’nden girilen komplekste, çoğu Osmanlı döneminden cephanelik, adliye, defterdarlık olarak hizmet vermiş olan 14 yapı, kazıların devam ettiği Artuklu Sarayı, Hz. Süleyman Camii, 27 Sahabe Türbesi, restorasyon sürecindeki St. George Kilisesi, Aslanlı Çeşme bulunuyor. Dünyada kazıların devam ettiği tek müze olabilir.
SIRA GECELERİ NASIL DOĞDU?
Bir diğer adı da ‘Geçmişten Geleceğe Mezopotamya Sofrası’ olan Gastronomi Zirvesi aslında Diyarbakır’ın gastronomide haklı iddiasını ortaya koyuyor. Arkeoloji müzesinde gördüğümüz avcı ve toplayıcı Körtig Tepe’den, tarımın ilk yapıldığı Çayönü’nden bu yana 12 bin yıllık bir yeme-içme geleneğine sahip, çeşitli kültürlerin iç içe geçtiği kadim bir şehirden söz ediyoruz. Bu şehrin gastronomi geleneklerini Şeyhmus Diken, Silva Özyerli gibi isimlerden dinlemek büyük bir şans. “Tarihte Amid, Amida, Amed, Kara Amid gibi anılan Diyarbakır hangi isimle anılırsa anılsın, asıl olan Suriçi’dir, çünkü şehrin kültürü orada doğdu” diye konuşmasına başlayan Özyerli’nin babası taş ustası. Suriçi’nde Gavur Mahallesi diye bilinen yerde elinin değmediği ev yokmuş ve hepsi hendek çatışmalarında yerle bir olmuş.
“Uzun süre kaybettiğim mahallemin, oynadığım sokakların, babamın elinin değdiği evlerin yasını tuttum” diye konuşan Silva Özyerli, Suriçi’nde daracık sokaklara rağmen hanlar, hamamlar, buğday pazarı, yoğurt pazarı, her mesleki alanın çarşıları, kiliseler, mescitler, camiler olduğunu anlatıyor. Aktardığı değerli bir bilgi ise sıra gecelerinin köklerine ışık tutuyor. Suriçi’nde, taş ustası, nakkaş, nalbant, demirci, ayakkabıcı, çulçu, debbağ, keçeci, kazancı gibi meslekler çıraklıktan başlıyor. Aileler çocuklarını meslek öğrensin diye iyi bir ustanın yanına yerleştirmek yarışında. 6-7 yıllık çıraklık döneminden sonra 4 yıllık kalfalık başlıyor ve bu bitince esnaf loncasından dükkân açma izni alınıyor. Bu yetkiyi aldıktan sonra bağlı olduğu lonca çoğunlukla bağlarda yemeli içmeli, içkili, sazlı bir eğlence tertip ediyor. Silva Özyerli’ye göre, Urfa’daki sıra gecelerinin kökleri bu eğlenceden geliyor.
KALE İÇİNDE SÜREN YAŞAM
Kitaplarında ele aldığı konular nedeniyle ‘Diyarbakır’ın Hafızası’ diye bilinen Yazar Şeyhmus Diken tatlı tatlı anlatıyor: “Tarih boyunca birçok adı olan şehrin sakinleri, çok değil bundan 70-80 yıl öncesine kadar Suriçi dediğimiz yerde yaşıyordu. Binlerce yıldır yaşanan Suriçi, kışları karla kaplı, sıcaklarda ise çıplak tavada yumurta pişirebilen bir kale şehir. Evlerin konumlanması, sokakların darlığı bununla ilgili. İllaki geç ısınan ve geç soğuyan bazalt taşı evlerin ana malzemesi ve sulanan bir taş. Diyarbakır aslanın ağzından su içen, taşı sulayan bir şehir.” (Artuklu döneminden tarihi Aslanlı Çeşme’ye atıfta bulunuyor) Şeyhmus Diken, Suriçi’nin kadim yeme-içme kültürüyle ilgili ise şunları söylüyor: “Bazalt evlerin üç önemli odası kiler, mutfak ve koltuk odasıydı. Evler daima konuklara açıktı. Evde yoğrulan hamur mahalle fırınına götürülür. Hamura çeşitli işaretler işlerdi fırıncı. Ekmeği alınca yol boyunca merhaba diyen herkese bir parça ekmek verilirdi. Fırıncı da ekmeğin başını fırınca hakkı olarak koparırdı.” Seferberlik misali yapılan kış hazırlıklarına da değinen yazar, toprak damlarda tepsi tepsi domates salçası yapıldığını, patlıcan biber kurutulduğunu, sonbaharda sokak aralarında bulgur çekenlerin nidalarının duyulduğunu söylüyor.
MUNGAN, KİTAP FUARININ ONUR KONUĞU OLACAK
Konuşmasından sonra Şeyhmus Diken’e Diyarbakır’ın sanat kültür hayatını soruyorum. 25 kitabının bazıları İngilizce, Fransızca, Bulgarca ve Kürtçenin lehçelerine çevrilmiş olan Şeyhmus Diken “Bu şehir Yukarı Mezopotamya’nın başkenti. Hayatın 12 yıldan beri kesintisiz devam ettiği şehir kendini hep sanat, kültürle ifade etmiş” diyor. Şehrin kültürel arka planında buradan gelip geçmiş 33 medeniyetin izleri var. Roma’nın bu topraklardaki en uzak garnizonu Zerzevan Kalesi 2020 yılından beri Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’nde. Kalede 2017 yılında ortaya çıkartılan 1800 yıllık Mithras Tapınağı MS 4. yüzyılda Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla etkisini kaybeden Mitras dinine ait. Şehre kayyum atanmasından önce belediyenin desteğiyle Diyarbakır’ın ‘Festivaller Şehri’ olarak anıldığını belirten Diken’e göre bunların izleri devam ediyor. Festivaller kapsamında dünyanın her bir yanından gelen sanatçılarla tiyatro, konser gibi etkinlikleri düzenleyen belediyenin eski kadroları şimdi Amed Şehir Tiyatrosu’nu kurmuş. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Mordem Sanat gibi sanat etkinlikleri düzenleyen küçük oluşumlar da çoğalıyor. Suriçi’nde bazı kafeler de sanatsal buluşmalara ev sahipliği yapıyor. Şeyhmus Diken bu arada güzel haberi veriyor. DTSO yeni kurduğu bir fuar şirketiyle 16-25 Aralık tarihleri arasında sonuncusu 2018 yılında yapılan bir Kitap Fuarı hazırlığında. Fuarın onur konuğu ise yazar Murathan Mungan.
GÜNCEL SANATIN MEKANI LOADING
DTSO’nın birkaç sokak ötesinde, Cahit Sıtkı Tarancı sokakta, her odası ayrı bir işleve sahip apartman katında güncel sanat mekanı Loading Art Space var. 2017 yılında malum nedenlerden şehre bunaltıcı bir hava çöktüğünde güncel sanatın bir nefes alacağı, ‘yükleme’ yapacağı bir alan olarak iki güncel sanatçı Erkan Özgen ve Cengiz Tekin tarafından hayata geçirilmiş. Özgen ve Tekin, Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden arkadaş ve 20 yılı aşkın süreden beri yurt içinde ve dışında sanat piyasasının içinde bilinen sanatçılar. Resim öğretmenlikleri de devam ediyor. Beni güzel bir kahveyle ağırlayan Erkan Özgen Loading Art Space’ın amacının bölgedeki sanat hareketliliğini görünür hale getirmek olduğunu söylüyor. Mekânda güncel sanatla ilgili atölyeler, konuşmalar, sanatçı buluşmaları gibi çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Bingöllü ünlü sanatçılar Mehtap Baydu ile Mahmut Celayir daha yeni buraya gelen isimlerden ikisi. Berlin’de yaşayan Baydu’yu dinlemeye 50’nin üzerinde sanatsever gelmiş. Tayfun Erdoğmuş, Fluxus ve Happening gibi sanat akımlarının öncüsü Alman sanatçı Joseph Beuys üzerine bir atölye yapmış. Bu arada küçük ama önemli bir not: Atölyedeki projeksiyon aleti Osman Kavala’nın desteğiyle alınmış. Saha tarafından desteklenen Loading Arşiv’in ise bölgedeki modern ve güncel sanatçıların eserlerini arşivlemek gibi önemli bir misyonu var. Loading Art Space ayrıca sanatçı, küratör rezidansı gibi bir işlev de üstlenmiş.
DİYARBAKIR’DA BİR DON KIŞOT
Niyetim son Contemporary İstanbul’da işlerini beğendiğim, güncel sanat galerisi Rıdvan Kuday’ı da ziyaret etmekti. Ancak DTSO hayli uzakta 75.Caddedeki galeriyi gezme fırsatını bulamadım, kendisi de sanatçı olan Rıdvan Kuday ile telefonda sohbet ettim. Resim öğretmenliğine de devam eden Rıdvan Kuday, genç sanatçıları desteklemek, çalışma alanı yaratmak için birkaç yıl önce kadın sanatçılara ağırlık veren A4 Atölye’yi kurmuş. Geçen yıl ise kendi deyimiyle Don Kişot’luk yaparak kendi ismini taşıyan, ticari güncel sanat galerisini açmış. “Diyarbakır’da üreten, dünya çapında isimleri bilinen iyi sanatçılar var. Mahmut Aydın, İhsan Oturmak, Deniz Aktaş, Ahmet Öğüt, Hasan Pehlivan gibi isimleri sayabilirim. Böyle sanatçıları sergilemek için dünya standartlarında bir alan tasarladık” diyor. Dediğine göre, Diyarbakır’da koleksiyonerler var ama genellikle İstanbul’dan satın alıyorlar. “Amacım sermaye sahibi insanların koleksiyonerliğe yönelmeleri, bunun bir yatırım aracı olduğunun bilincine varmaları” diye konuşuyor. Agah Uğur, Moiz Zilberman gibi iyi bilinen koleksiyonerleri deneyimlerini paylaşmak üzere Rıdvan Kuday Galerisi’ne davet etmeyi planlıyor. Galeri şimdiye kadar 2 kez karma sergiler ağırlamış. Rıdvan Kuday sergilerin gördüğü ilgiden memnun. “İş galeri açmakla bitmiyor. Hem galerici, hem sanat danışmanı olarak önümüzde uzun bir yol var” diyor. Diyarbakır’ın güncel sanata yolculuğundan ancak bir kesit verebildim. 12 bin yıllık geçmişe sahip şehirde hiç sekteye uğramayan sanatsal üretiminde kim bilir ne cevherler var?