Tasarı
On yedi maddeden oluşan “Hayvanları Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" TBMM’ye sunuldu. Tasarı 5199 sayılı “Hayvanları Koruma Kanunu"nu değiştirecek. Böylelikle bir “feraset” örneği olarak yine AK Parti hükümetleri döneminde önce kabul edilip sonra özü itibariyle değiştirilen kanuni düzenlemelere bir yenisi daha eklenmiş oluyor. Tıpkı 2011 yılınada ala-yı vâlâ ile kabul edilip 2011 yılında, Anayasa’ya ve normlar hiyerarşisine aykırı biçimde 2021’de küllüm “çekilinilen” İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi.
Hayat bir akış. Toplumsal koşullar, anlayış, yaşayış elbette değişebilir. Yasalarda buna uygun değişiklikler yapılabilir, yapılmalıdır da. Bununla birlikte elimizde olağanüstü bir strateji ve yetenekle ülkeyi yönettiğine inanmamız istenen bir iktidar var. Aynı iktidarın, memleketin mevzuatının bizzat irade gösterip, allayıp pullamasını yaparak değiştirdiği kısımlarını yapboz tahtasına çevirmiş olması bu iddiayla bağdaşmıyor doğrusu. Öte yandan, kanunlara ilişkin yaklaşımın dahi bu biçimde tecelli ettiği bir yerde, dış politikaya ve hepimizi zorlayan ekonomik koşullara ilişkin politika “U” dönüşlerini beklendik kabul etmek lazım. Ama bu “beklendik” olanın “normal” olduğu anlamına gelmez. Böyle bir durumda ortada muazzam bir öngörüsüzlük örneği olduğunu söyleyenlere öfkelenip, binbir tahrîfat ve tezvîrat ile kızılca kıyamet koparılacağına “aynaya bakmak”, hem “Anadolu irfanına” hem de aklın doğu kullanımı ilkelerine daha uygun olacaktır. Sürekli gereksiz bedellere mahkûm edilen vatandaşlar için de, iktidarın uzun vadeli “başarısı” bakımından da bu böyle kabul edilmelidir.
“Türkiye'de hayvanların rahat yaşamalarını ve uygun muamele görmelerini sağlamak” maksadıyla 2004 yılında yasalaştırılan 5199 sayılı kanunun, amacının özüne aykırı biçimde tadilinin meşruiyeti kimi istatistiklerden faydalanılarak pekiştirilmeye çalışılıyor. Memlekette 4 milyon başıboş sokak köpeğinin yaşamasından, doğum rakamı projeksiyonlarına; son beş yılda sokak hayvanları nedeniyle meydana gelen trafik kazalarında (3.534 kaza) 55 ölüm ve 5.147 yaralanma vakasının meydan geldiğinden, sokak hayvanlarının çoğalmasının kontrolü için % 70’inin kısırlaştırılması gerekirken bunun yaklaşık yarısının yapılabildiğine; “Mart 2022'den Aralık 2023'e kadar sokakta başıboş yaşayan köpeklerden kaynaklı ısırılma, kuduz, trafik kazası gibi nedenlerle 40'ı çocuk 92 kişinin hayatını kaybettiğine, dair bilgiler paylaşılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün ülkemizi kuduz hastalığı bakımından “yüksek riskli” ülke olarak ilan ettiğinden dem vuruluyor. Bunların elbette hepsi birer trajedi teşkil eden, fena olaylar ve durumlar. Buna kuşku yok.
Öte yandan, Amerikalı yazar Mark Twain’e (1835-1910) atfedilen, onun da İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli’ye (1804-1881) atfettiği ama kimin tarafından söylendiği tam da bilinmeyen bir söz var: “Üç çeşit yalan vardır; yalanlar, arsız yalanlar ve istatistik.” Bu sözden pek tabii ki istatistikler önemsizdir mânâsı çıkmaz. Nasıl hesaplandığı kamuoyuna açık olan veriden kolayına zarar gelmez. Ancak, bir bilgiyi çarpıtmanın görüntüde en “güvenilir” ve kolay yolu onu istatistik ile kirletmektir. Kirlettiğiniz veriyi bir de keyfinizce yorumlarsanız, yapılan pek mendebur bir iş olur. Halihazırda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bu konuda gündelik deneyim kaynaklı bir uzmanlığımız zaten mevcut. Bu konuda iknâ olmak için veri ihtiyacı olan bu ayın emekli ve memur maaş zamlarını gözden geçirebilir. Zira o bilgi kamuya açık…
Şimdi ben de istatistik işine soyunup ne demek istediğimi açayım aziz dostlar, hazırsanız gelsin:
Türkiye’de 2023 sonunda 85.372.377 vatandaş yaşıyordu. İçişleri Bakanlığına göre bunun yaklaşık % 38’i ehliyet sahibi. Bırakın öyle “son beş yılı”, sadece 2023’de 1.314.136 trafik kazası oldu. Bu kazalarda 6.548 kişi öldü, 350.855 kişi yaralandı. Trafikteki köpek başına, söz konusu köpeklerin sebebiyet verdikleri kaza oranı % 0,0176 (yazıyla on binde 1,76). Öte yandan trafikteki bile değil -çünkü araç sayısı ehliyet sayısına göre daha az- ehliyet sahibi insan başına kaza oranı % 4,16. Bu rakamlara bakınca kimsenin aklına, hadi daha ileri gitmeyeyim, bu “insan” şoförleri barınaklara doldurmak geliyor mu? Ya da; ölümlü kazaya sebebiyet vermiş; hasta ve/veya saldırgan kimlik ve psikoloji sergileyenlerle ilgili daha “ileri” önlemler önerilse buna ne denmeli?
Mart 2022'den Aralık 2023'e köpeklerden kaynaklanan saldırılarda kaybettiğimiz 90 canımıza, doğal olarak içimiz yanıyor. Sorumluların, dört ayaklıları aşarak iki ayaklı sorumluların, kesin ortaya çıkması lazım. Diğer taraftan 2022’den 2023 sonuna memlekette katledildiği “resmen” tespit edilen 772 kadının katili için, bu kadınlarımızı korumaya yönelik İstanbul Sözleşmesini kaldırmak; böylelikle “toplumsal ve ailevi değerleri” muhafaza etmek ve “eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesimin… manipülasyonunu”nu engellemek dışında ne yapmayı düşünürüz? Mesela, bunları kamplarda toplamak ve sonrasında üremelerine yönelik “başkaca” tedbirler almak gibi bir uygulama akla getirilebilir mi? Dahası, sadece 2022 ve 2023’te kayda geçmiş toplam 63.106 çocuk tacizinin sorumlularıyla ilgili kimsenin aklına tecrit vs. bir fikir geliyor mu? Ne de olsa iki senelik bilançoya bakınca istatistiki olarak çocuk tacizcilerinin nüfusa oranı, yıllıklandırılınca, on binde 3,69. Aynı hesap sokak köpeği saldırıları için yüz binde bir! Bu istatistiği faillerin kimliğini kapamak suretiyle değerlendirirseniz, hangi cins daha “başıboş” veya saldırgan bir mahlûk görüntüsü veriyor? Kuduz hastalığı elbette çok önemli bir sorundur. DSÖ’nün riskli ilan ettiği bir ülke olmak Türkiye’ye elbette yakışmıyor. Ama, mesela Schengen vizesi başvurularının red oranında %16,1 ile uluslararası sistemden dışlanmış İran’ın ardından ikinci olmak, hukukun üstünlüğü endeksinde 173 ülke arasında 148.; Dünya Gıda Örgütü gıda fiyatları endeksinde reel artışı en yüksek 4. ülke olmak da aynı biçimde yakışmıyor. Şimdi bu sonuçların nedeni olanlara ilişkin benzer bir sorumluluk mantığıyla ne hal çaresi düşünmek lazım, desem…!? Hoş olmuyor değil mi?
Daha devam edebilirim. Ama burada keseceğim. Sözün özü çok açık. Can söz konusu olduğunda tedbir alınır, istatistiğe sığınılmaz. Siyaset bunun için var. Kendi tercihlerimizin ve kararlarımızın yarattığı şartların sonuçlarını masum sokak hayvanlarını yükleyip, onları kanun yoluyla katlederek, çözemediğiniz sorunların bedelini onlara ödetmenin izahı, ne vicdanen ne ahlaken mümkün bir iştir. Tahrîfat ve tezvîrat ile insanın sorumluluğunu dilsiz hayvana yüklemenin ne dinen ne ahlaken bir mazereti var. Hayırsızada Sürgününün (1910) ahlaki ve psikolojik lanetini hatırlatana, “1932’de yayınlanan Tamim” diyerek sataşmanın bir anlamı yoktur. Zaman değişti, çağ atladık dünyaya liderlik ediyoruz diyen bir ülkenin koşulları 1932’de “kuduz” hastalığının yaygınlaşmasına tedbir almaya çalışan bir ülkeyle bir olamaz. Önümüzdeki yüzyılı sahipleneceğim diyerek, sonrasında şartlar bu türden bir mukayeseye müsaitmiş gibi yaparsanız iş başkalaşır. O vakit ülkede sıfırlanmış veya eser miktara inmiş, ancak Suriye’de endemik, hepatit A, uyuz, el-ayak hastalığı, tifo, tüberküloz, çocuk felci, kızamık, şark çıbanı vakalarında “düzensiz” artış kaydedilmesiyle, vatandaşın buradan kaynaklanan mağduriyeti; ardından 2011’den bu yana siyasi tercihlerin sonucu olarak yaşanan göçmen hareketleriyle bu sağlık sorunları; nihayetinde de söz konusu sağlık sorunlarıyla söz konusu tercihleriniz arasında bağlantı kurulduğunda bozulmaya hakkınız olmaz. Bu tespitlerin “ırkçılık”la falan alakası olmaz, bunları söyleyenler de sadece gerçekleri ifade etmiş olur.
Evindeki canı sokağa bırakan vicdansıza ceza kesilmesi; siyasi rant kaygısının ötesinde, belediyelerle birlikte, ilgili bakanlıklara sorumluluk yüklenmesi; bunun koordinasyonunun ve takibinin sağlanması amacıyla tedbir alınması; saldırgan hayvanların, tasarı gerekçesinde referans verilen Ev Hayvanlarının Korumasına Dair Avrupa Sözleşmesinin (1992) acil durumları kapsayan 13. Maddesi çerçevesinde değil daha ziyade 12. Maddenin 3-6 fıkraları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Öneriler ciddiye alınmalı ve bu tartışılmalı tasarı mevcut hoyrat haliyle kanunlaşmamalıdır. Yoksa mesele “ötanazi” gibi kavramları çarpıtmak suretiyle sokak hayvanlarındansa bizleri “uyutma” işine dönüyor. Bu işlere soyunanların “ötanazi”nin mümeyyiz bir kişi veya yakını tarafından verilen iradi kararla uygulanan bir fiil olduğunu bilmeleri gerekir. Bunun bir hayvana uygulanabilirliği yoktur. Gerisi toplumu çocuk yerine koymaktır. Yoksa, referans verdikleri metinlerde kullanılan “anestezi” kelimesiyle, kullanılmayan “ötanazi”yi karıştırmış olabilecekleri ihtimaline inanalar çıkabilir. Zira ilgili Avrupa Sözleşmesi tüm bunların bilincinde olduğu için, ötanazi değil, doğrudan “öldürmek” kavramını kullanır. Uyandırmamak üzere uyutmak öldürmektir. Bunun tartışması yok.
Yasa yaparken ilke, kamuoyunun kendi adına yapılan yasaları ve sonuçlarını tam ve açıkça kavramasıdır. Makyajın manası yok. Herkesin okuması yazması var. Azımsanmayacak sayıda insan da hem yabancı dil biliyor hem araştırma yapabiliyor. Kaldı ki zaten dengesini bozduğumuz dünyada kimin yaşayıp öleceğine karar vere vere doğayı getirdiğimiz durum da ortada. En nihayetinde kendi kendimizin ocağına incir ağacı diktiğimiz bir geleceğe bu kadar vicdansızca, böyle kandırmacalarla dört nala yürümenin bir marifeti yok, mağfireti de olmaz. Eşref-i Mahlûkat olmak hak olduğu kadar sorumluluktur. Devletin de bu sorunu bu ölçeğe taşıyan yanlışları için sorumluluk alacak ciddiyeti; sorun çözmek için, katliam dışında, çözümleri bulacak aklı; bunu gerçekleştirecek kaynağı bulacak yeteneği; bunları hayata taşıyacak hüsnüniyette siyaseti olur, olmalıdır.
Bu konu göründüğünden de daha ciddidir. Pandora’nın kutusunu açmak, toplumsal huzuru kaçırma potansiyeli taşıyor. Son tahlilde insanımızın merhameti ağır basacaktır. Dileğim ondan önce vekillerimizin ve yöneticilerimizin merhametinin devreye girmesi. Zira, bunun neticesinde vicdanlar isyan ederse, bu da “beklendik” olacak. Benden söylemesi…
Not: O istatistikler öyle yapılmaz diyen herkes kısmen haklıdır. Zira, doğrudur, yapılmayabilir. Çünkü, bağlam diye bir şey var. Ama o bağlam hassasiyetini siz göstermezseniz karşınızdakinde bulamadığınızda bundan şikayet hakkınız olmaz. İkincisi, tüm bu konuları bir arada değerlendirmenin yanlış olduğunu söyleyecekler de olabilir. Bunda haklı bir taraf bence yoktur. Zira bunların tamamı aynı ülkenin sosyo-ekonomik, politik, kültürel zemininde cereyan eden olaylar dolayısıyla “zamanın ruhu”yla birbirlerine sımsıkı bağlılar.
Kalın sağlıcakla ve tüm mahlûkata yönelik sevgiyle…