Tacirin basiretli iş insanı gibi davranma yükümlülüğü
Basiretli bir iş insanı gibi hareket etme yükümlülüğünün kapsamının TTK’da düzenlenmeyerek bu hususun öğreti ve içtihada bırakılmış olmasının, ticari hayatın riskleri dikkate alındığında, hukuki öngörülebilirlik açısından bir belirsizlik yarattığı söylenebilir.
Tacirler toplumda ekonomik bir güce sahip olduklarından, ticari hayattaki davranışları ülke ekonomisini önemli ölçüde etkiliyor. Bu sebeple, çoğu hukuk sisteminde olduğu gibi Türk Ticaret Kanunu’nda da (TTK) tacir sıfatına sahip olmak bazı düzenlemelere tabi tutuluyor. Ticari ilişkilerde tacirlerden bu sıfatı taşımayan kişilere kıyasen daha dikkatli ve özenli davranmaları bekleniyor.
TTK’da her tacirin, “ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerektiği” düzenleniyor. Ancak “basiretli iş adamı gibi hareket etme” kavramı, TTK’da tanımlanmayarak doktrin ile Yargıtay içtihadına bırakılıyor. Burada basiretli iş insanı gibi hareket etme ölçütü olarak özen yükümlülüğü karşımıza çıkıyor. Doktrin ve Yargıtay kararlarında tacirin özen yükümlülüğü, tacirlerin ticari işletmesiyle ilgili faaliyetlerinde kendi yetenek ve imkânlarına göre ondan beklenebilecek subjektif özeni değil, aynı ticaret alanında faaliyet gösteren, tedbirli, öngörülü bir tacirden beklenen objektif özeni ifade ediyor.
Tacir, ticari işletmesi ile ilgili olarak, sözleşmenin imzası, ifası ve feshi aşamasında basiretli bir iş insanı gibi davranma yükümlülüğü altında. Bu kapsamda her tacir, ticari faaliyetleri kapsamında ileride doğabilecek riskleri düşünmeli ve borcun ifasını engelleyebilecek durumları önceden değerlendirmeli. Bazı örnekler verecek olursak; tacirin ticari faaliyet çerçevesinde piyasa durumunu, ithalat ihracat yasaklarını, devaluasyonları, ekonomik krizleri dikkate alarak hareket etmesi gerekiyor. Ancak bu ölçüler yargı kararlarıyla şekillendiğinden ve TTK’da sınırları belirlenmediğinden, her bir somut olaya göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekiyor.
Basiretli iş insanı ölçütünün tacirlerin akdettikleri sözleşmelere etkisi büyük önem arz ediyor. Burada ilk olarak Türk Borçlar Kanunu’ndaki “aşırı yararlanma” hükümlerinin uygulama alanı bulup bulmayacağı hususundan bahs etmekte fayda var. Aşırı yararlanmadan söz edilebilmesi için tarafl arın edimleri arasında aşırı bir oransızlık bulunması ve bir tarafın zor durumda kalması veya tecrübesizlik ya da düşüncesizlik hallerinden birinin varlığı ve diğer tarafın bu durumdan yararlanması gerekiyor. Böyle bir durumda ediminin geri verilmesi ya da edimler arasındaki oransızlığın giderilmesi istenebiliyor. Ancak basiretli iş insanı ölçütü gözetildiğinde tacirin tecrübesizliği ve düşüncesizliğinin söz konusu olamayacağı kabul ediliyor.
Bununla birlikte, tacirlerin “zorda kalma” hali çerçevesinde aşırı yararlanma hükümlerine başvurması mümkün. Fakat Yargıtay’ın tacirler açısından zorda kalma hali ile ilgili yerleşik bir uygulaması bulunmuyor. Örnek vermek gerekirse; Yargıtay’ın mali durumun bozulmasını zorda kalma hali olarak kabul ettiği birçok kararı olmakla birlikte aksi yönde kararları da mevcut. Bu açıdan basiretli iş insanının objektif özen yükümlülüğü göz önüne alındığında mali durumun bozulmasının zorda kalma hali olarak kabulü son derece eleştiriye açık.
Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “aşırı ifa güçlüğü” ise tarafl arca sözleşme yapıldığı anda öngörülmeyen ve öngörülmesi imkânı bulunmayan olağanüstü bir olayı ifade ediyor. Ancak bu durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması gerekiyor. Bu kapsamda borçludan ediminin ifasının beklenmesi güçleştiği durumda, sözleşmenin yeni şartlara uyarlanması talep edilebiliyor. Ancak basiretli iş insanının bu hukuki düzenlemeden yararlanması tacir olmayan kişilere oranla son derece güç. Zira, basiretli iş insanının, sözleşme yaparken, meydana gelebilecek tüm olayları öngörmesi ve koşulları değiştirebilme ihtimali olan tüm etkenleri değerlendirmesi gerektiği kabul ediliyor. Örnek vermek gerekirse; Yargıtay dövizin aniden artması, ekonomik kriz, yüksek enfl asyon, şok devalüasyon gibi durumları tacir olmayan kişiler için aşırı ifa güçlüğünü oluşturan olağanüstü bir olay olarak değerlendirebilirken basiretli iş insanı için bunu kabul etmiyor. Bunun yanısıra, doktrinde tacirlerin aşırı ifa güçlüğüne dayanarak sözleşme uyarlama talebinde bulunamayacağı yönünde görüşler mevcut olsa da sadece tacir sıfatına sahip olması sebebiyle borçlunun sonradan meydana gelebilecek bütün durumları öngörmesi gerektiğini kabul etmek hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir.
Basiretli bir iş insanı gibi hareket etme yükümlülüğünün kapsamının TTK’da düzenlenmeyerek bu hususun öğreti ve içtihada bırakılmış olmasının, ticari hayatın riskleri dikkate alındığında, hukuki öngörülebilirlik açısından bir belirsizlik yarattığı söylenebilir. Diğer taraftan bu belirsizlik, hakime somut uyuşmazlıkların çözümünde önemli bir takdir alanı bırakıyor. Bu anlamda basiretli iş insanı gibi davranma ölçüsünün her bir olayda ayrıca belirlenmesinin güçlüğü, ayrıca ticari hayattaki hızlı değişimler ve gelişmeler göz önüne alındığında; bu yükümlülüğün genel tanım ve kapsamının TTK’da düzenlenmesi, söz konusu ilkenin somutlaştırılması ve sonuçlarının öngörülebilirliğine bir nebze katkı sağlayabilir.
Son olarak, tam da bu konuyu ele alıyorken, mevzuatımızın dilinin cinsiyetçi kalıplardan temizlenmesi, güncel toplumsal yaşam ile çalışma düzenine uyumlu hale getirilerek çağdaşlaştırılması kapsamında, TTK’da kullanılan “basiretli iş adamı” ifadesinin “basiretli iş insanı” olarak değiştirilmesi gerektiğine de kısaca değinmiş olalım.