Suyuna sahip çık Türkiye!

Didem Eryar ÜNLÜ
Didem Eryar ÜNLÜ YAKIN PLAN

22 Mart Pazartesi, Dünya Su Günü. Su, gezegenimizdeki yaşamın kaynağı. O olmazsa, yaşam olmaz. Fakat kuraklık evimizde! Ülkemiz, bir ülkede kişi başına düşen su miktarı göz önünde bulundurularak yapılan tanımlamaya göre su fakiri olma yolunda ilerliyor. Küresel ölçekte giderek artan su talebi ve iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği kuraklıkla birlikte su kaynaklarımız, nehirlerimiz, göllerimiz üzerindeki baskı her geçen gün şiddetleniyor.

Yerküre üzerindeki erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının yüzde 1’inden bile az. Oysa, gıda güvenliği, ekonomik büyüme, iklim değişikliği ile mücadele gibi birçok alanın temelinde, su kaynaklarının sürdürülebilirliği yer alıyor. Fakat bugün geldiğimiz noktada, su kıtlığı tüm dünyanın yaşadığı en büyük sorunlardan biri olarak ön plana çıkıyor. Türkiye de, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil, hatta tam tersine yılda kişi başına düşen bin 519 m3'lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke konumunda. Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 m3’e gerileyeceği öngörülüyor.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Baydar’ın çağrısı çok önemli: “Suyuna sahip çık Türkiye!”

Peki, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu susuzluk riski konusunda farkındalığı artırmak ve doğru uygulamaların hayata geçirilmesi için atılması gereken adımlar neler olmalı? Farklı paydaşlara düşen görevler neler?

Uzmanlar ne diyor?

Kişi başına düşen su son 20 yılda %18 azaldı

UĞUR BAYAR - Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı

“Su, gezegenimizdeki yaşam kaynağı ve doğanın bize en büyük hediyesi. Su olmazsa hayat olmaz. Hâlen dünya çapında 1,1 milyar insan temiz suya erişimden yoksun bulunuyor. Susuzluk nedeni ile ortaya çıkan hijyenik olmayan koşullar sonucunda başta çocuklar olmak üzere her yıl 2 milyon insan hayatını kaybediyor. 2025 yılına kadar dünya nüfusunun üçte ikisi su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu durumun önüne geçilmesi için ise önce bakış açımızın değişmesi gerekiyor. Son 20 yıllık süreçte, Türkiye’de kişi başına su miktarı yılda yüzde 18 azalarak 1700 m3’lerden 1.400 m3’lere düştü. Su kıtlığı durumunu tanımlamak için kullanılan Falkenmark indeksine göre, kişi başına düşen yıllık su miktarının 1000 ile 1700 m3 arasında olması ‘su sıkıntısı’ olarak ifade ediliyor ve bu indekse göre Türkiye su sıkıntısı çeken ülke konumunda. 2030 yılında Türkiye nüfusunun 100 milyona ulaşacağından hareketle kişi başına düşecek su miktarının yılda bin 120 m3’e ineceği öngörülüyor.

Toplam su tüketiminin yılda 54 milyar m3’e ulaştığı Türkiye’de bu tüketiminin yüzde 73’ü tarım, yüzde 16’sı haneler ve yüzde 11’i sanayi tarafından gerçekleştiriliyor. Nehirler ve sulak alanlar yaşamın kaynağıdır ve bunları yitiriyoruz. Dünyadaki tüm şehirlere şunu hatırlatmak gerekiyor: İklim krizi ile 20’nci yüzyılın altyapısıyla mücadele edilemez. Su musluktan değil, doğadan gelir. Tarımda ve sanayide suyu daha verimli kullanan uygulamalara geçişi önceliklendirmeli ve gerekli finansal mekanizmaları devreye almalıyız. Örneğin tarımda damla tipi sulamayı yaygınlaştırmak yılda 20 milyar m3 tasarruf anlamına gelebilir. Ayrıca ülkemizde şebelerde kayıp/ kaçak su miktarı yüzde 50’ye ulaşıyor. Belediyeler kentsel su temini planlarına yağmur suyu hasadı, atık suların geri kazanımı gibi yatırımları da dâhil etmeli ve şebekelerdeki kaçak ve kayıpların önlenmesi konusunda yatırımları artırmalı. Kentsel, sanayi ve tarımsal büyüme planları hazırlanırken tatlı su kaynaklarının miktarı da entegre edilmeli; bölgesel büyüme planları mevcut suyun durumu göz önüne alınarak tasarlanmalı. Doğal alanların korunması için kaynak yaratılmalı. Örneğin sulak alanların restorasyonu için fonlar oluşturulmalı. Bireyler hem suyu daha tasarruflu kullanmaya özen göstermeli hem de ihtiyaç dışı tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeli. En önemlisi de şu: Suyun kaynağı olan ve bize ulaşana kadar geçtiği doğal alanlarımızı korumazsak, suyumuzun da olmayacağını net bir biçimde anlamalıyız. Susuzluk sorununu çözmek ve olumsuz gidişatı durdurmak mümkün. Şimdi suyumuz için topyekün seferberlik zamanı. Suyuna sahip çık Türkiye!”

Hala Su Kanunu’nun yasalaşmamış olması çok büyük bir eksiklik

DENİZ ATAÇ - TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

“Biz TEMA Vakfı olarak, suyu hayat-hakvarlık üçgeninde konumlandırıyoruz ve suya ulaşma hakkının temel ve yaşamsal bir hak olduğunun altını çiziyoruz. Suyu hiçbir zaman bir kaynak olarak görmedik. Suya bakışımız, gezegenimizde yaşamın temellerinden birini oluşturan suyu doğal bir varlık olarak korumak; tüm canlıların su hakkını ve bir anlamda ekosistem hakkını gözetmektir. Ancak yanlış yönetim, aşırı kullanım, mevzuat eksikliği, iklim krizi ve kirlilik gibi sebeplerle su varlıklarımız hayati bir tehdit altında bulunuyor. Türkiye’nin gittikçe azalan varlığını hem miktar hem de kalite olarak koruyacak bir Su Kanunu’na ihtiyacı bulunuyor. Su kanunu; suyu bilinçsizce tüketilecek bir kaynak değil, korunması gereken bir doğal varlık olarak kabul etmeli, suyun tüm canlıların yaşamı için hayati önemini tanımalı, öncelikle suyu korumayı ve su varlıklarını havza bazında geliştirmeyi, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla yönetmeyi hedeflemeli. Biz de bu özelliklere uygun olarak bir Su Kanunu Yasa tasarısı önerisi hazırladık ve bunu siyasi partiler ve kamuoyu ile paylaştık. Kanun tasarısının amaç bölümünde ifade ettiğimiz üzere, doğal varlık niteliği gereği yaşamın sürdürülebilmesinin temelini oluşturan ulusal su varlığımızın havza yaklaşımı çerçevesinde saptanmasını istiyoruz. Son 10 yılda Türkiye’de su yönetiminde havza bazlı planlamaya geçiş gibi çok önemli adımlar atılmasına rağmen hala Su Kanunu’nun yasalaşmamış olması çok büyük bir eksiklik. Azalan su varlığı karşısında yasal düzenleme yanında bireysel olarak da herkese sorumluluk düşüyor. Kişisel olarak alışkanlıklarımızdan gelen su kullanımlarını bir kenara bırakmamız gerekiyor. Su tasarrufu konusunda kişilerin üzerine düşen sorumluluk kadar, suyu sağlayan idarelerin de yapacakları bulunuyor. Öncelikle şebekelerde kayıp kaçak oranlarının azaltılması gerekli. Bunun yanında tasarruflu su kullanımı sağlayacak ekipmanların kullanımını artıracak desteklerin sağlanması, tasarruflu kullanımları ödüllendiren ve fatura indirimi sağlayan teşvik edici projeleri hayata geçirmelerinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de suyun %74’ü tarım sektöründe kullanılıyor. Geri kalan suyu ise, içme-kullanma ve sanayi eşit oranda paylaşıyor. Bu kapsamda, tarımda yapılacak en ufak su tasarrufu bile, suyun genel tasarrufunda çok önemli hale geliyor. Bu nedenle, suyun kıt olduğu bölgelerde su ihtiyacı yüksek ürünlerden uzak durulması, sulama sistemlerinin su kaybını azaltan kapalı sistemlere dönüştürülmesi, sulamalarda damlama sulama sistemi ve yağmurlama gibi su tasarrufu sağlayan sistemlerin yaygınlaştırılması çok önemli.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bu bir hastalık! 10 Eylül 2024