Süt meselesi
Farkın farkı
Bir yıl su gibi akıp gitmişti; yine kaplıca zamanı gelmişti. 15 günlük sıcak su terapimiz başlamıştı. Eve yerleşmemizin üçüncü günüydü. O gün ilçe merkezinin pazarı olur. Pazar için evden çıktık. Bizim evlerin çevresinde de çevre köylerden gelen kadınlar olur hep; ürettikleri bir şeyleri satarlar. Arabayla böyle bir grubun yanına yanaştık. Piyasayı öğrenmek istiyorduk. “Süt kaç lira?” diye sorduk. “Litresi 30 lira” sesleri yükseldi. Hatta oturan köylü kadınlardan bir tanesi elinde 5 litrelik süt dolu pet şişe ile atağa kalktı, arabaya doğru hamle yaptı. “Tamam; ancak şimdi almayacağız, Yarın görüşürüz” dedik. Süt ile atağa kalkan kadın “Kaldığınız evin numarasını söyleyin, sabah getiririm evinize” dedi. Eşimle birbirimize baktık. Bu “Neden olmasın?” bakışı idi. “Tamam” deyip daire numaramızı söyledik.
Ertesi sabah 9:00 gibi kapımız çalındı. Gelen, bir erkekti. Elinde beş litrelik bir pet şişe vardı. Şöyle konuştu: “Ben X Hanım’ın eşiyim. Süt istemişsiniz”. “Evet, istemiştik; Sağolun” deyip şişeyi aldım. Adama parasını verirken “Şişenizi verelim mi?” diye arkadan eşimin sesi geldi. “Acelesi yok, sonra verirsiniz” dedi adam.
Kahvaltı sonrası sütün kaynatma işlemi başlatıldı. Ben günlük yürüyüşüm için evden çıkarken boş şişeyi de yanıma aldım. Satıcıları orada bulacağımdan emin olamadığım için boş şişeyi arabaya koydum; yaya olarak yola koyuldum. Satıcı köylülerin önünden geçerken bizim satıcıları sordum. “Bugün geldiler mi?” dedim. “X Hanım geldi, sütünü sattı, gitti” dediler. Ben de yürüyüşüme devam ettim. Yolda yürürken düşünüyordum: “İşte farklı olmanın farkı. Farklı çalışma yöntemi ile sütlerini diğerlerinden daha çabuk satmışlar; diğerlerine fark atmışlar. Demek ki, evlere servis daha çok müşteriyi cezbediyor. Bir de karı-kocanın ekip çalışması var. Kadın pazarlamayı yaparken kocası dağıtım işini üstlenmiş.” Kendi kendime “Ne güzel bir sistem kurmuşlar, bravo” dedim.
Komşunun süt gibi sütü
Süt, beni eski günlere, Merzifon’daki çocukluk yıllarıma götürmüştü. O günleri hatırladım yürürken.
Komşumuzun iki ineği vardı. Sütü onlardan alırdık. Aramızda tam bir ekolojik dönüşüm işbirliği kurmuştuk. Evde ne kadar taze sebze ve meyve artığı varsa onlara verirdik. Örneğin, yazın kavun karpuz kesildiğinde babam “Şu kabuklar pörsümeden götür de, inekler taze taze yesin” derdi. Bahçe duvarlarımız bitişikti. Dışarı bile çıkmadan bu duvar üstünden alışverişi gerçekleşirdik. Duvarın dibine gider seslenirdim. Komşudan birisi gelip kabukları alırdı. Sonra da “Dur bekle, yeni sağıyoruz inekleri. Süt getireceğim” derdi. Sonra bakır bakracın içinde daha ineğin sıcaklığını kaybetmemiş sütü getirirdi. Ama süt de süt gibi süttü. Bahçede yürürken bakraç çalkalandığı için üstünde yağ birikirdi. Sütü alan annem “Dur hemen boşaltıp yıkayım, bakraç onlara lazımdır” derdi. Yine bahçe duvarı üstünden bakracı ve süt parasını uzatırdım. Bazen para da almaz “Bu da bizden olsun” derlerdi. Ahırlarını temizlediklerinde bahçe için bize inek gübresi de verirlerdi. Çok cömert, gözü gönlü tok insanlardı. Babam ne zaman gübre için para vermeğe kalksa Mustafa Amca “Yav Hocam, bırak Allah aşkına. İnekler bizim” derdi. Ahmet Muhip Dranas’ın dizeleri ile “Ne güzel komşumuzdun sen Mustafa Amca”.
Eve dönüş
Yürüyüşten eve döndüğümde süt kaynamış ve yoğurt için mayalanmıştı. Yoğurt olunca sütün de foyası ortaya çıkmıştı. Çok sulu bir yoğurt vardı kapta. Eşim “Süte epey su katılmış” dedi. Yıllardır kendi yoğurdumuzu kendimiz yaparız. Ve eşim çiftçi bir aileden gelmektedir. Bu konudaki uzmanlığına güvenirim. Böyle bir hüküm verdi ise o teşhis doğrudur; süte su katılmıştı.
Üzüldük. Çünkü yıllardır bu kaplıcaya gidip geliriz. Buranın insanları namazında, niyazında ve mazbut insanlardır. Her zaman da süt alır, yoğurt yaparız. İlk defa öyle bir şey gelmişti başımıza. Süte su katılmıştı, süt burada da bozulmuştu.
Süt koymayı unutan usta
Bir zamanlar “Akbaba” diye çok güzel bir mizah dergisi vardı. Her sayısını okurdum. Orada bir karikatür görmüştüm. Karikatür şöyle idi: Bir apartman dairesi önünde bir kadın ve bir erkek. Kadın elinde bir tencere tutuyordu. Adam elindeki silindir biçimindeki kaptan kadının tuttuğu tencereye su boşaltıyordu. Kadınının bakışları hayret doluydu. Altta satıcının sözleri yer alıyordu : “Pardon; Ustam süt katmayı unutmuş”.
Karikatürdeki espriyi anlamamıştım. Babam bana karikatürü açıklamıştı: “Bak bu karikatürdeki yer büyük bir ihtimalle İstanbul. Orada herkesin evinin dibinde inek besleyen komşusu yoktur. Böyle sokak sütçüleri vardır. Sokak sokak dolaşıp süt satarlar. Tabi süte su katan, hile yapanlar da olur. Karikatür bu durumu hicvediyor” demişti.
Merzifon’dan İstanbul’a taşındığımızda ilk evimiz Fatih’te idi. Sokak sütçüsü ile orada tanışmıştım. O karikatürü hatırlamıştım. Babama sormuştum: “O karikatürdeki gibi süte su katıyorlar mı?”. Babam “Oğlum, satıcının sütüne bağlı. Satıcının sütü bozuksa süte her şey katar, su da katar” demişti. Annem “Fena değil bu sütçü. Sanırım az su katıyor. İnşallah temizdir kattığı su” deyince babam “Kaynıyor, mikrop kalmaz” demişti.
“Bize her yer Trabzon” diye bir slogan vardır. Bu yaşadığımız son olaydan sonra acaba “Bize her yer İstanbul” mu demek gerek?
İsviçreli çiftçinin hayreti
Televizyonda bir gezi programı seyrediyorduk. Muhabir İsviçre’de bir çiftlik sahibi ile röportaj yapıyordu. Bu dağ başındaki tablo gibi çiftlikte ahırları ve buradaki besili inekleri gösteriyordu. Sonra da çiftlik sahibine sordu muhabir: “Bu ineklerin sütünü ne yapıyorsunuz, peynir mi?”. Çiftlik sahibi “ Süt peynir oluyor ama biz yapmıyoruz. Aşağıda bir peynir fabrikası var, onlar bizim sütü alıp peynir yapıyor”dedi. Muhabir bu kez kışı öngörerek sordu: “Peki, karda kışta süt taşıyan arabanın gidip gelmesi zor olmuyor mu?”. Çiftlik sahibi “ Boru hattımız var. Sütü burdan koyuyoruz, onlar aşağıdan alıyor” dedi. Bu kez muhabir kendine göre daha cince bir soru sordu: “Süt tamam da, ya içine su da katarsanız ne olacak?” Çiftlik sahibi bu kez çok şaşırdı “Niye katalım ki?” dedi. Yüz ifadesinden anlaşılıyordu ki, böyle bir cinlik(!) İsviçreli çiftçinin aklının ucundan bile geçmemişti.
Son yaşadığımız bu sulu süt olayından sonra İsviçreli çiftçiyi hatırladım. Acaba o çiftçi de süte su katmaya başlamış mıdır diye merak ettim.
Bir yorum
Oktay Akbal’ın dediği gibi “Önce ekmekler bozuldu”. Sonra da süt. Daha kötüsü de insanların sütü bozuldu. İnsanların sütü bozulunca da süt dahil her şeye hile girdi. Daha da kötüsü bu sütü bozulanların çoğu da yetki ve güç sahibi oldu. Bunun sonucu da yalan dolan, haksızlıklar ve yolsuzluklar yalnız bizde değil tüm dünyada yol buldu.
Sütü bozulmayan nesiller dileğiyle…