Suriye’de siyasetin üçlemleri
19. yüzyılın sonuna doğru İran’da hizmet veren İngiliz diplomatı James Mortimer, “Isfahanlı Hacı Babanın Maceraları” isimli İngilizce bir kitap kaleme almıştır. Hayatının bir döneminde Hacı Baba İstanbul’a gelir. Anlatıma göre Galatasaray’daki Balık Pazarı’nı andıran bir yerde durumu üçlem diye tanımlanabilecek bir Hrıstiyan adamla tanışır. Adam bir Müslüman kadına aşık olmuştur ve onunla evlenmek istemektedir. Kanunlara göre, Müslüman bir kadınla evlenmek istiyorsa, Müslüman olması gerekmektedir. Ancak kendisi dinini de çok sevdiğinden değiştirmek istememektedir. O zaman kadından vazgeçip kısmetini başka yerde araması makul gözükse de, bunu da kabullenememekte çünkü kadını çok sevmektedir. Kalan tek yol, dinini değiştirmeyip, yine de kadınla evlenmektir ama bunun cezası ölümdür, halbuki kendisi hayatı da çok sevmektedir.
Hiç birini kabul etmek istemediği üç tercihle, yani bir üçlemle karşı karşıya kalan adamla ilgili hikayeyi, her nedense Sayın Putin, Reisi ve Erdoğan’ın geride bıraktığımız hafta Tahran’da yaptıkları görüşmelere ilişkin haberleri okurken hatırladım. Sayın Erdoğan Tahran’a diğer liderleri Türkiye’nin bir askeri harekat yapmasını kabullenmeye ikna için gitti. Bölgede Türkiye’ye dönük terör faaliyeti yürüten PKK’nın işini kolaylaştıran, kendisi ise yerel demografik bileşimi değiştirerek özerk bir bölge oluşturmaya çalışan YPG/PYD faaliyet gösteriyor. Her ne kadar, gerek Rusya gerek İran Türkiye’nin teröre ilişkin hassasiyetini paylaştıklarını belirtiyorlarsa da, Türkiye’nin Suriye’de bir askeri harekat yapmasına karşı çıkıyorlar. Türkiye’yi, ülkenin toprak bütünlüğünü korumakla ve isyankar Kürt gruplarını da denetim altına almakla yükümlü gördükleri Suriye’nin “meşru” yöneticisi Esat’la birlikte çalışmaya davet ediyorlar. Bu yaklaşımı tatmin edici bulmayan Sayın Erdoğan Türkiye’nin bir noktada müdahale edeceğini beyan ediyorsa da, aralarında Amerika’nın da yer aldığı bütün dış güçlerin karşı çıkması muvacehesinde böyle bir adım atması muhtemel gözükmüyor.
Türkiye, İran ve Rusya’nın Suriye’de nasıl ilerlenmesi gerektiği konusunda ortak bir noktada buluşamadıkları aşikar. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Rusya büyük ölçüde bölgeden çekilmişti. Suriye’nin “patlaması” tam da Rusya’nın uluslararası alana geri dönmek ve Doğu Akdeniz’deki konumunu yeniden inşa etmek için fırsat aradığı bir döneme rastladı. Rusya’ ın desteği olmadan iktidarda tutunması zor görünen Esat rejiminin varlığı mutlu bir tesadüf oldu. Rusya’nın desteğini arkasına almaksızın Esat’ın ülkesine hakim olması mümkün değildi. Şu anda Rusya, Türkiye’nin harekat yapmayı planladığı bölgelerin büyük bölümünde hava sahasını kontrol ediyor ve Türk askerlerinin hava desteğinden mahrum kalması başarılı olmalarının önünde ciddi bir engel oluşturuyor.
İran ise sabırla Akdeniz’e ulaşan bir nüfuz bölgesi inşa etmeye çabalamakta. Arap toplumlarındaki Şii ve onlarla bağlantılı Alevi türünden unsurlarla işbirliği yaparak konumunu sağlamlaştırmağa çalışırken, bölgedeki Amerikan ve İsrail egemenliğine karşı koyacak bir güç oluşturmak peşinde koşuyor. Türkiye ve Rusya, İran’ın bu niyetlerini benimsemişe benzemiyorlar.
Türkiye Suriye’de Müslüman Kardeşler türü bir hareketin iktidara geleceğini ümit etmiş; ne böyle bir rejime Suriye’nin sergileyeceği iç direnişi ne de Rusya ve İran gibi aktörlerin Esat’ı ve Baas Partisi’ni iktidarda tutmak için hızla yardıma koşacaklarını değerlendirememişti. Özlemleri başarısızlığa uğrayınca Esat’a karşı daha radikal dinci muhalefeti harekete geçirmeye çalıştıysa da bunda da başarılı olamadı. Aslında Ihvan yandaşı siyaseti tümüyle terk etmesi makul gözükmekle birlikte, Türk hükümeti bir yandan kendi fikri yapısı nedeniyle bu konuda isteksiz davranmakta, diğer yandan desteklediği güçlerin kendi aleyhine dönerek Türkiye içinde sıkıntılara neden olabileceğinden çekinmektedir. Bunun yanında, Esat hükümetinin Türkiye’nin kendi denetimindeki bölgeye yerleştirmeyi tasarladığı tüm sığınmacıları geri almaya yanaşmayacağından de endişe etmektedir.
Ennetice, üç ülke birbiriyle yoğun rekabet içindedir ve hiç biri de hedeflerinden vaz geçmek istememektedir. Bununla birlikte, başka yerlerde ortak çıkarları olduğundan rekabetlerini denetim altında tutmaktadırlar. İlişkilerinin dışa vurumuna baktığınızda, nezaketin hakim olduğu görülmektedir. Bunun yanında, Amerika’nın Suriye’de bulunmaması gerektiği üzerinde de ittifak etmektedirler. ABD ne bir komşudur, ne de Suriye Hükümeti’nin daveti ile orada bulunmaktadır; eylemleri ise zaman içinde Suriye’nin parçalanmasına dönüktür. Amerika’nın Suriye’den çekilmesi muhtemel değildir ama varlığı sözünü ettiğimiz üç ülkenin ilişkilerinin daha yumuşak seyretmesine yardımcı olmaktadır.