Suriye’de rejim değişikliği Türkiye’yi nasıl etkiler? (III)
ABD’nin seçilmiş Başkanı kapalı/açık Suriye’de olup biteceklerden birinci derecede Türkiye’nin sorumlu olacağını ifade ederken…
SDG/YPG/PKK yapısının hangi sınırlar içinde kalacağı harita üzerinde tartışılırken…
Suriye’nin özerk bölgeleri olan bir devlet mi yoksa bir federasyon mu olacağı ya da üniter yapıya sahip güçlü bir milli devlet mi olacağı tartışmaların/pazarlıkların konusuyken…
İran, ABD ile görüşmeye hazır olduğu mesajları verir, bu arada Suriye’deki PKK’lıların İran sınırına konuşlandırılması planlanırken…
Bizim muhalefet ne yapıyor dersiniz?
Misal, CHP Genel Başkanı…
AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in Erdoğan ile görüşmesine tepki gösteriyor: “Gidip Erdoğan ile konuşuyor, elini sıkıyor. Burada son yerel seçimde birinci olmuş bir ana muhalefet partisi var. Avrupa Birliğini bir kez daha uyarıyorum…”
Yanındaki yöresindeki kimse de kendisini uyarmıyor sanırım; “AB Komisyonu Başkanı Suriye işini neden seninle konuşsun” diye…
Misal, Gelecek Partisi Genel Başkanı...
İş insanlarına akıl veriyor: “TÜSİAD’ın önemli üyeleriyle sohbet ederken şunu söyledim, ‘Savaşlar büyük dezavantajlar, yıkımlar getirir ama bazı fırsatlar da ortaya çıkarır. Türkiye, bölgede en büyük üretim kapasitesine ve en büyük altyapı kapasitesine sahip ülke. Yarın Suriye’de barış kurulursa, Ukrayna’da bir ateşkes sağlanırsa, Gazze’de ateşkes sağlanırsa sadece Suriye’nin altyapı için 500 milyar dolarlık büyük bir projeksiyonu var. Hepiniz hazır olmalısınız buna…”
Sanırsınız hala başbakan…
Okuduğunuz bu satırlarla birlikte son üç yazıda Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’de siyaseti nasıl etkileyeceğini tartışmaya çalıştım. Şimdi biraz daha detay vererek bu konuyu kapatacağım. Gelişmeleri ise hep beraber izlemeye devam edeceğiz.
Önce genel olarak şunu söylemek lazım; bir süreden beri gündeme taşınan “iç cephe” kavramı Suriye’deki gelişmelerle yerli yerine oturmuş görünüyor. Artık Recep Tayyip Erdoğan’dan başlayıp Ufuk Uras’a ulaşan yekpare değilse de aynı hizadaki bir siyasal yapı var. Bu yapı temelde Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti’ye ve Öcalan’a dönük çağrısı ile ete kemiğe büründü. Bu yapının dışında oluşacak bir muhalefet en azından bugün için marjinal kalmak zorunda. Ya da şöyle söyleyelim bir siyasal muhalefet olacaksa da bu yapının içinde yer alarak muhalefet olacak.
Bir diğer konu; yakın zamana kadar gündemde olan anayasa değişikliği konusu şu an için rafa kalkmış durumda. Bunun da birden fazla nedeni var. Her şeyden önce iktidarın şu an için böyle bir değişikliğe ihtiyacı yok. Suriye’deki gelişmeler net bir sonuca ulaşmadan Türkiye’de bir anayasal değişiklik zor görünüyor. Suriye’deki gelişmelerin yönü Türkiye’deki anayasa değişikliği tartışmalarının da yönünü belirleyecek.
Bir başka konu; Türkiye düne kadar bölgede birden fazla ülkeyle birden fazla dengeyi gözeterek hareket ediyordu. Artık anlaşılıyor ki ABD ile ortak planlar/hesaplar yapma durumu ortaya çıkmış. Kuşkusuz bazı tartışmalar/pazarlıklar olacaktır. Kuşkusuz süreçler bazen tıkanacaktır. Ama genel olarak ortak hareket zemini bozulmayacaktır. Bu ise mevcut iktidarın devam etmesi anlamını taşır.
Son olarak; muhalefetin “hemen erken seçim” talebi kendiliğinden gündemden düşmüştür. Nitekim, CHP Genel Başkanı da "Son bir yıl içinde erken seçim derse CHP bir erken seçim kararına imza atmaz. Atan atar, biz atmayız" dedi.
Yani daha önceki açıklamasında “Kasım 2025'ten sonra yokuz” demişken, şimdi “Mayıs 2027'den sonra yokuz” demiş oldu.
Daha da açayım; 2027’deki bir erken seçime CHP “hayır” demeyecek. Meclis’in erken seçim kararı alması Erdoğan'ın, 2027’de yasal olarak tekrar aday olabileceği anlamına gelir.
Şimdi biraz daha detaya inelim…
En büyük tartışma kuşkusuz ve alıştığımız biçimde CHP’de yaşanacak gibi görünüyor. Bu tartışma CHP’nin, yeni genel başkanı ile başlayan gelgitleri sayesinde besleniyor/büyüyor.
Temeldeki soruna ise ne gariptir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan işaret ediyor:
“Demokrasilerde iktidarın icraat gücüne en çok katkıyı yapan unsurlardan biri de muhalefetin tutarlılığı ve alternatif politika geliştirme kabiliyetidir.
Bizdeki muhalefet ne tutarlı ne de politika geliştirme kabiliyetine sahip. Aslına bakılırsa mevcut hallerinden gayet memnunlar.”
Hallerinden memnunlar mı bilemem ama en azında bu duruma giderek artan bir itirazın varlığı gerçek.
Bu itirazlar CHP Genel Başkanı’nı rahatsız etmiş olacak ki parti içi disiplin mekanizmalarını çalıştırmış durumda. Kendisine yönelik eleştirileri sosyal medya aracılığı ile dile getiren partililer tek tek disipline sevk ediliyor. Diğer yandan partinin oyları düşme eğilimine girmiş durumda ki, bu durum birden fazla kamuoyu araştırma şirketinin saptadığı bir sonuç. Sözünün ağırlığını kaybettiğinin farkında olmayan, yerel seçimde birinci olduğu için sürekli övülmek isteyen ama bu sonuca uygun muhalefet yapmadığı için partisinden sürekli istifaların yaşandığının farkında olmayan bir yönetimden bahsediyoruz.
Bu mantıkla yakında Kemal Kılıçdaroğlu’nu da partiden ihraç etmeye kalkarsa şaşırmamak lazım. Üyeleri için MİT’ten yardım isteyen, kendi aday gösterdiği belediye başkanı gözaltına alınınca mealen “adamın gitmediği yer kalmamış, sonunda bize gelmiş” diyen bir yönetimden her şey beklenir.
Son olarak bugün yarın, eleştirilerini dile getirerek ortak bir deklarasyon açıklayacak olan CHP milletvekillerinin sayısı bize parti içindeki rahatsızlığın da boyutunu göstermiş olacak. Tabii ayrıca olağanüstü kurultay için toplanan imzaların açıklanıp açıklanmayacağına da bakmak gerekir. Ancak bütün bu itirazlar sadece itiraz etmek için yapılacaksa, ortaya bir program, bir yol haritası koymayacaksa, gelişmelerin arkasına takılıp gitmek yerine yeni politikalarla ülkenin ufkunu açmayacaksa, sadece yaşanan ekonomik krize yaslanarak oyların artacağına güvenilecekse muhalefetin işi zor, çok zor görünüyor.