Sürdürülebilirlik penceresinden kredi artışı
2019’un başından itibaren gözlenen toparlanmanın ilk iki nedeninin –kamu harcamaları ve ihracat- 2020’de ne ölçüde sürdürülebilir olduğunu geçen hafta tartışmıştım. Üçüncü neden ise özellikle kamu bankalarının hızlı kredi artışına gitmeleriydi. Son haftalarda özel bankaların da bu kervana katıldıkları gözleniyordu.
İlk grafikte 2018’in ilk haftası ile 2020’nin sondan bir önceki haftası arasındaki dönemde gerçekleşen kredi hareketleri gösteriliyor. Veriler, kur hareketlerinden arındırıldıkları ve 13 haftalık ortalama artışları yansıttıkları için kredi ivmelenmesi hakkında anlamlı bir fikir veriyorlar. Yerel seçim öncesindeki kredi genişlemesine bakın: Kamu ve özel ayrımı ne kadar fazla değil mi? Benzer bir ayrışma yılın ikinci yarısında da gözleniyor. Özellikle Ağustos başı - Kasım ortası arasında. Kamu bankaları yine çok hızlı. Özel bankaların kervana katılmaları oldukça geç: Kasım ortalarında başlıyor.
Altının çizilmesi gereken bir diğer nokta kredi artışının özellikle tüketici kredilerinde gözlenmesi. Kurumsal kredilerde benzer bir eğilim yok. Üstelik, Ağustos ortalarından bu yana aralarındaki fark çok çarpıcı (ikinci grafik). Enflasyon dikkate alınırsa, kurumsal kredilerde son haftalarda gözlenen toparlanmanın çok sınırlı reel bir artış anlamına geldiğini de not etmeli. Kaldı ki kurumsal kredilerin hepsi de yatırım kredileri değil.
İvmelenme penceresini kapatıp bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla artış oranlarına bakılınca ise görünen şu: Kredi artışı Ağustos’tan bu yana yükselme eğilimi gösteriyor. Ancak yıl sonu itibariyle toplam kredi artışı ancak enflasyon kadar: Yüzde 11. Tüketici kredilerinde yüzde 14.8, kurumsal kredilerde ise yüzde 9.2 artış var.
Daha sonra fırsat buldukça tartışmak açısından önemli birkaç noktayı vurgulayayım. Birincisi, salt kredi artışına, özellikle de tüketici kredilerine dayalı bir büyüme oranı sürdürülemez. Verimlilik artışı da beraberinde gelmeli. İkincisi, kredi artışının sürmesi için bankaların bilançolarında geri dönmeyen kredi stokunun önemli bir paya sahip olmaması gerekir. Kamu bankaları bu problemi Hazine’nin sermaye desteği koyması ile atlatsa da özel bankalar için aynı kolaylık söz konusu olmayabilir. Kaldı ki sermaye desteği Hazine’nin borcunun artması demek. Üçüncüsü, kredi açabilmek için kaynak bulmak gerekiyor. Enflasyon karşısında ezilmiş bir mevduat faizi ile bu mümkün olmaz. Başka kaynak arayışına iter bankaları. Mesela dış borçlanmaya. Artan yükümlülük dolarizasyonu pek de istenmeyen bir şey olsa gerek. Hele bu kaynağın bir kısmının TCMB’ye gitmesi karşılığında artan parasallaşma olursa. Her biri ayrı yazı konusu. İleride…