Sürdürülebilirliğe yönelik adımlarımızı hızlandırmakta yarar var
Dr. Sinan ŞAHİN
TRASTA – Partner, Bankacılık
Geçtiğimiz günlerde sürdürülebilir ekonomi ile ilgili olarak iki kurumumuz kamuoyu ile iki değerli rapor paylaşmıştır.
Bunlardan ilki İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın yayımladığı, Türkiye’deki sanayi kurumlarının sürdürülebilirlik konusundaki farkındalık ve yaklaşımlarını ortaya koyan Sanayide Sürdürülebilirlik Eğilimi Araştırması raporudur.
Sanayi sektöründe sürdürülebilirlik farkındalığı düşük
Rapora göre sanayi sektöründeki işletmelerin %28’i sürdürülebilirliği iş süreçlerine eklemiş, firmaların sürdürülebilirlikle ilgili bilgi seviyesi düşük kalmış, %34 gibi düşük oranda firma sürdürülebilirlik hedefi belirlemiş, bunlar da ağırlıkla ekonomik sürdürülebilirliğe odaklanmış, sanayi kuruluşlarının sadece yüzde 13’ü karbon ayak izini hesaplamıştır. Ayrıca firmalar sürdürülebilirlik hedef ve aksiyonlarını etkileyen en önemli unsur olarak kanun ve yönetmelikleri görmekte, yasal ve idari düzenleme olmadığında işletmelerin kendi başlarına aksiyon alma eğilimi düşmektedir. Sanayi firmaları sürdürülebilirlik uygulamaları için en çok teşvik ve finansman desteğine ihtiyaç duyduklarını belirtirlerken, Türkiye genelinde sürdürülebilirlik projelerinin finansmanı için sürdürülebilir finans ürün ve hizmetlerini kullanan firmaların oranı ise %20 de kalmaktadır. Sürdürülebilirlik konusunda kamuoyunu raporla bilgilendiren firmaların oranı ise yüzde 6’dır.
İSO raporu Türkiye’de sanayi işletmelerinde sürdürülebilirliğe yönelik farkındalığın oluşmadığını, işletmeleri yönlendirecek, teşvik edecek yasal, idari ve finansal düzenlemeler olmadığı sürece gelişmelerin yavaş kalacağını ortaya koymaktadır.
Yayımlanan ikinci rapor Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nun Türk Bankacılık Sektöründe Çevresel ve Sosyal Sürdürülebilirlik-Sürdürülebilir Bankacılık Soru Seti Bulgularına ilişkindir.
Bankacılık sektöründeki farkındalığın finans politikaları ile desteklenmesi gerekmektedir
Bulgulara göre; iklimle bağlantılı risklerin yönetiminde risk kategorizasyonu sistematiği (taksonomi) kullanan banka sayısının 16 (aktif payı % 61) olduğu, bankaların önemli bir kısmının uluslararası kuruluşlardan esinlenerek kendi özgün sınıflandırma metodolojilerini kullandığı, 5 bankanın (%23) iklimle bağlantılı risklerin yönetimi sürecinde referans aldığı bir karbon fiyatı bulunduğu, müşteri derecelendirme metodolojisi kapsamında çevresel, sosyal ve yönetişimsel (ÇSY) faktörleri dikkate aldığını beyan eden 5 banka (%30), kredi portföyünü maruz bulunduğu iklimle bağlantılı risklerin derecesine göre sınıflandırmak suretiyle ısı haritası çalışmaları yapan 7 banka (%42), AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasının (SKDM) yarattığı riskler konusunda çalışma yaptığını beyan eden 5 banka (%19) bulunduğu anlaşılmaktadır.
2022 yılı sonu itibarıyla, Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların sürdürülebilirliğin finansmanı amacıyla yurtdışından kullandıkları krediler dolayısıyla toplam 15,8 milyar ABD doları yükümlülüğü bulunmakta, bu tutar sektörün toplam bilanço yükümlülüklerinin %2,1’ine tekabül etmektedir.
2022 yılı sonu itibarıyla, bankaların kendi tanım ve kabulleri çerçevesinde sürdürülebilirlik alanlarına yönelik kullandırdıklarını beyan ettikleri ticari ve kurumsal nitelikteki kredilerin bakiye toplamının 494 milyar TL, bu tutarın sektörün toplam kredileri içerisindeki payının ise %6,5 olduğu belirtilmiştir. Nakdi krediler içerisinde en büyük pay %56 ile yenilenebilir enerjidedir. Bunu %13 ile kadın girişimcilere ve %7 ile sağlık ve sosyal hizmetlere kullandırılan krediler takip etmektedir.
Raporda sürdürülebilirliğe yönelik kullandırılan krediler konusunda tanım, sınıflandırma, etiketleme ve izleme altyapısının yeterli olmaması sebebi ile bireysel nitelikteki kredilere dair veri üretilmesinin güçleştiği vurgulanmıştır.
İSO’nun sürdürülebilirlik raporunun konusu olan Türk sanayi sektöründen farklı olarak Türk bankacılık sektöründe çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe yönelik belli bir farkındalığın oluştuğu, bunda ülke içi düzenlemelerden ziyade uluslararası piyasalardan fon sağlanmaya yönelik çabaların rol oynadığı, sürdürülebilirlik kapsamında kullandırılan kredilerin ağırlığının yenilenebilir enerji sektöründe toplandığı görülmektedir. Sektörün sürdürülebilirliğe katkısının artırılabilmesi için yönlendirici para ve kredi politikalarının hayata geçirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.
Çıkarımlar ve öneriler
İlki reel sektörü, ikincisi finans sektörünü sürdürülebilirlik açısından ele alan çalışmalar, sanayide sürdürülebilir ekonominin önemi ve bu yolda atılması gereken adımlar konusunda yeterince farkındalık yaratılamadığını, yeşil ekonomiye geçişi destekleyecek ve hızlandıracak çevre, iklim ve finans düzenleme ve politikalarının hayata geçirilmesinde alınan mesafenin tatmin edici olmadığını ortaya koymaktadır.
Piyasa sistemi çeşitli aksaklıklarla malüldür. Bunlardan birisi yürürlükte herhangi bir müeyyide olmaması halinde bireysel faydanın sosyal faydaya tercih edilmesidir. Bunun gerçek hayatta karşılığı, herhangi bir kısıt olmaması halinde iktisadi işletmelerin sürdürülebilir bir ekonomiye geçişi sağlayacak önlemleri, yaratacağı gider sebebi ile almaması, çevreye zararlı faaliyetleri sürdürüp, oluşacak dışsallığın maliyetini sosyalleştirmeye çalışmasıdır. Benzer şekilde bankalar ve diğer finans kuruluşları, kendi özel kazançlarını maksimize etmek için kaynaklarını karbon yoğun veya kirletici girişimler gibi çevresel ve sosyal açıdan istenmeyen faaliyetlere tahsis edebilir. Bankalar tarafından karbon yoğun veya çevreyi kirleten işletmeler gibi sosyal açıdan arzu edilmeyen faaliyetlere kredi sağlanması, “kredi piyasası başarısızlığı” olarak tanımlanır. Çevresel ve sosyal kazançlar ile özel kazançlar arasındaki uyumsuzluktan doğan piyasa başarısızlıklarını engellenmenin yolu ise kamu müdahalesidir.
Dünyadaki örneklerde sürdürülebilir ekonomiye geçişi sağlayacak kamusal müdahaleler çevreyi korumaya ve iklim değişikliğini önlemeye yönelik yasal düzenlemeler ile süreci destekleyecek finans politikalarından oluşmaktadır.
Sürdürülebilir ekonomiye geçiş için öncelikli olarak çevre ve iklim politikaları kapsamında ulusal yeşil taksonominin yürürlüğe konması, böylece ekonomik faaliyetleri çevresel ve sosyal etkilerine göre tanımlayıp sınıflandırmakta, yeşile boyamayı engellemekte ve yatırımcılara güven vermekte kullanılacak somut kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir. Karbon piyasası ve karbon vergisi düzenlemeleri çevre ve iklim politikaları kapsamında aciliyet arz eden, sürdürülebilirlik farkındalığını artırıp, iktisadi birimleri harekete geçirecek diğer adımlardır.
Yeşil ekonomiye yönelik çevre ve iklim politikaları dünyada para ve kredi politikaları ile desteklenmektedir. Böylece geçişin daha kolay ve hızlı olması, geçiş riskinin maliyetinin de makul ölçülerde kamu ve özel sektör arasında paylaşılması hedeflenmektedir.
Sürdürülebilir ekonomiye yönelik finans politikaları sadece yeşil alanlara yönelik yatırımların kredilendirilmesi ile sınırlı kalmamaktadır. Her bir iş koluna sağlanacak finansmanın karbon ayak izine göre önceliklendirilmesi, bankacılık sektörünün karbon ayak izinde belirleyici olan ve kapsam 3 emisyonu oluşturan karbon ayak izi yüksek iktisadi faaliyetlere yönelecek finansmanı kısıtlayacak, karbon ayak izini azaltacak yatırımları destekleyecek para ve kredi politikalarının hayata geçirilmesi sürdürülebilir faaliyetlerin finansmanının desteklemesi kadar önem taşımaktadır.
Sürdürülebilir finans politikalarının yürürlüğe konulabilmesi için öncelikle BDDK’nın ulusal taksonomi olmaması sebebiyle AB Taksonomisini esas alarak hazırladığı ve kamuoyu değerlendirmesine açtığı Yeşil Varlık Oranı Hakkında Tebliğ ile İklimle Bağlantılı Finansal Risklerin Bankalarca Etkin Yönetimine İlişkin Rehberin bir an evvel yürürlüğe konulması gerekmektedir. Takiben dünyada uygulanan ve başarıya ulaşan sürdürülebilir finansmanı destekleyici para ve kredi politikaları örnekleri de göz önünde bulundurularak finans sektörünü yönlendirecek politikalar hayata geçirilmelidir.
Hetedorokstan ziyade irrasyonel olarak tanımlanması daha doğru olacak iktisat politikaları sonucunda ülke ekonomisinin geldiği yüksek enflasyon ve durgunluk ortamında, ekonomik birimlerin ihtiyaç hiyerarşilerinde ayakta kalma refleksinin, sürdürülebilir bir ekonomi için adımlar atmayı önceleyeceği söylenebilir. Ancak gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, sürdürülebilir ekonomiye geçişi sağlayacak çevre, iklim, sanayi ve finans politikası adımlarımızı hızlandırmamız gerektiği aşikardır. Yürürlük tarihi giderek yaklaşan AB Sınırda Karbon Düzenlemesinin, yeterince hızlı hareket etmememiz halinde oluşabilecek potansiyel olumsuz etkilerini de akılda tutmakta yarar bulunmaktadır.