Söz markalaşmadan açılmışken…
Devrim ilk otomobilimizdi. 1961'de 4 adet üretildi. Ankara Hipodrom'da resmigeçitte görücüye çıkardık; garajda yürüyen Devrim burada yürümedi, "benzin koymayı unuttuk" dendi ve ancak birini kurtarabildik. Tülomsaş müzesine terk ettik. Ancak şimdi 5 babayiğit ile yeniden deniyoruz.
Anadol 1966'da üretmeye başladık, ticarisinden yarış tipine (Böcek) dek pek çok modelini ürettik, Anadolu yollarıyla dolup taştı ve bir sabah "kaportasını eşek yiyor" manşetini attık, medya linçiyle tarihe terk ettik.
Hürkuş Vecihi Bey, 1925'te "VECİHİ K VI" adlı kendi imalatı uçağını uçurunca hapse attık, cenazesinde dahi bu mucit beyefendiyi terk ettik.
Demirağ 10. Yıl Marşı'nda "Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan" dedirten girişimcimiz, 2.500 km ray döşemekle kalmamış, uçak üretip ihraç etmişti. Sonra kendisini tarihin tozlu raflarına terk ettik.
Karakurt ilk lokomotifimiz. 1961'de raylardaydı. Eskişehir CER atölyesindeki 22 mühendisimizin göz nuru el emeği ve ülkemizin gururuydu. Daha sonra "burada üretilmişi var" dendi ve terk ettik.
Kurabiliyor, yapabiliyor, işletebiliyoruz ve nedendir bilinmez, koruyamıyor, kapatıyor, terk ediyoruz. Sahi biz neden böyleyiz?
ATA BİNER ATAYI UNUTUR
ATTAN İNER ATI UNUTUR
Kurduğunu korumak… Sürdürülebilirlik diyoruz buna. Dilimizden düşmüyor bu kelime. İçini boşaltsak da…
Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız var ve her biri tarihte kurduğumuz 16 devletimizi temsil ediyor. Bununla doğal olarak övünürüz. Ancak bu sayı aynı zamanda kurup koruyamadığımız devlet sayısını da vermiyor mu?
Kurduğumuza sahip çıkmak, kurmaktan da zor… Devletimizi de markalarımızı da…