Söylemler değişti, faiz arttı ama…

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Kabine değişikliklerinden sonra Hükümetin söylem ve de bir kısım eylemlerinde önemli değişiklikler gözlemlendi. Burada bazı söylemlerin konjonktürel şartların zorlamasıyla kerhen zikredilmiş olabileceği şeklindeki siyasi görüşleri değerlendirmek istemiyorum. (Evet, bugüne kadar Hükümetten pek çok konuda U dönüşleri gördük, bu da onlardan biridir, veya değildir, bilemem.) Somut eylemler arasında MB başkanlığına ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na liyakatli atamaların yapılmasını, alınan faiz kararının (hem artış oranı, hem de sadeleştirme anlamında) piyasanın beklentisi doğrultusunda olmasını, ve aktif rasyosunun kaldırılmasını sayabiliriz.

Son günlerde Atlantik’in diğer yakasındaki önemli gelişme ise, yeni Başkan Biden’ın elinden geldiğince dolar likiditesini pompalamaya devam edeceğinin netleşmiş olmasıydı. Bunun son göstergesi de Hazine bakanlığına daha önce Fed Başkanlığı yapmış, ve oldukça güvercin olarak bilinen Janet Yellen’ın atanması oldu. (Şu anki Fed Başkanı Jerome Powell zaten güvercin olarak bilinen biri.) Her ne kadar bu güvercin kadro ABD ekonomisindeki enflasyon beklentilerini de artırarak uzun vadeli faizlerde bir kıpırdanma yarattıysa da “reel” (enflasyon beklentileri düşülmüş) verimlerde pek de bir değişiklik olmadı.

Bu ne zaman sona ereceğinin henüz kimsenin bilmediği ucuz para olgusu salt ABD’nin değil, neredeyse tüm gelişmiş ülke ekonomilerinin bir özelliği. Bu da bu ülkelerin özellikle hisse senedi endekslerini şişirdikçe şişirmekte. (Ör: ABD endeksleri seçimden beri geçen 3 hafta içerisinde yüzde 10 civarında artmış bulunuyor.) Bu likiditenin ister istemez bir yansıması da uzun süredir yatırımcılar tarafından göz ardı edilen gelişmekte olan ülkeler piyasalarına da tekrar girişlerin artması şeklinde olacak. Pandemi sürecinde hem hızla düşen emtia fiyatları, hem de ihracat/ turizm gelirleri bu piyasalara olan ilgiyi oldukça azaltmıştı. Şimdi, peş peşe etkili aşıların bulunmasıyla bu endişeler de yavaş yavaş ortadan kalkmakta.

Ancak bu süreçte, kurlarda devam eden oynaklık Türkiye’nin henüz yabancı yatırımcıların radarında ilk sırada olmadığını ve döviz dengesini de tam olarak sağlayamadığını göstermekte. Merkez Bankası’nın faiz artırımı beklentisi kurun 8.50-7.60 hareketiyle önceden satın alınmıştı. Bu nedenle artırım sonrasında TL’de daha fazla değerleme beklemek pek mantıklı değildi. Ancak, TL’nin tekrar 8’in üzerine çıkmasını da pek kimse beklemiyordu doğrusu. (Dün itibarıyle 8’in altında bir dengelenme sağlanmış gözüküyor.) Bu tip hareketlerin açıklamaları da haliyle “ex-post” (olay sonrası) olmak durumunda. Bu açıklamalar arasında geçen hafta Sn. Erdoğan’ın faiz-enflasyon konusuna gene atıfta bulunması, bunun gölgesinde MB’nın gerektiğinde daha fazla faiz artışı yapma konusunda baskı altında kalıp kalmayacağı kaygılarının oluşması, AB ve Batı ile olan ilişkilerin seyrinde tereddütler ve döviz açığı veya ihtiyacı olan ticari yerleşiklerin dolar satın alması vardı.

Ben kur üzerindeki baskıda yerli talebinin daha etkili olabileceğini düşünüyorum. Henüz 20 Kasım’a ilişkin para ve piyasa verilerini göremediğimiz için bu konuda kesin bir yargıda bulunmak zor. Ancak nette (bu haftaki 10 yıllık ihale de olmak üzere) yabancı yatırımcılardan bir giriş olduğu biliniyor.Bu da döviz alıcısı olanın yerliler olduğu anlamına gelir. Bu bağlamda dillendirilen bir görüş de özellikle mevduat faizlerinin yerlilerin de-dolarizasyon (dövizden yerli paraya dönme) hareketini destekleyecek seviyelerde olmadığı şeklinde.

Gerçekten de mevduat faizleri halihazırda yüzde 14.50 civarlarında ve Merkez Bankası’nın politika faizinin altında seyretmekte. Kasım ayı enflasyonun ise son gelen zamlar ve üretici fiyatlarındaki yüksek oranlı artışlar sonrasında yüzde 14’e yaklaşması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu da tabii ki yerli yatırımcıya çok düşük bir reel faiz bırakmakta. Bankaların mevduatta MB faizinin üzerine çıkmamasının nedeni olarak kredi ivmelenmesinin durmuş olması ve hâlâ çok büyük bir miktarda TL kaynağını MB ile yapılan swaplarla elde ediyor olmaları da yatıyor. (38 milyar dolar kadar olduğu tahmin edilen bu swapların bozulmasını MB istemiyor, çünkü bozulan her swap MB’nın görünür brüt rezervlerinde azalma anlamına gelecek).

Neticede, her şeye rağmen bu oynaklığın piyasanın yeni bir denge arayışı bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini ve sıkı para politikasından ödün verilmediği takdirde orta vadede kurların belirli bir dengeye oturacağını düşünüyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar