Sövene değil, yol gösterene değer verelim

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Doğadaki evrim süreci bizlere kanıtlıyor ki, ayıklama olmadan gelişme olmaz. Bütün olgularda olduğu gibi “ayıklamanın” da iki yönü var: Vahşi ayıklama ve ehlileştirilmiş ayıklama. Bu yazının merkez düşüncesi, “vahşi ayıklamayı” ölçeklendirerek “ehlileştirilmiş ayıklamaya” dönüştürmeden insan yaşamını kolaylaştırıcı işler yapılamayacağı iddiasıdır.

Ayıklamanın geliştirici ve engelleyici yönlerini kavramak için üç boyutuna bakmalıyız: Önce ayıklama sürecinin ne zaman hastalık haline dönüştüğünü ve zararlı hale geldiğini irdelemeliyiz. İkincisi, zararlı ayıklama zehrinin panzehri neden kendini bilmek olduğu üzerinde durmalıyız. Üçüncüsü de, makro iktisadi fetişi neden aşmak zorunda olduğumuzu zihnimizde netleştirmeliyiz.

(I)

GÜNCEL TARTIŞMALARIN ÖLÇEKSİZLİĞİ

Bir ekonominin sağlıklı olmasının göstergelerinden biri, verimsiz ve değer katmayan alanların ağrısız ve sancısız ayıklanmasıdır. Ekonomi kuşkusuz insanın yapay olarak geliştirdiği bir olgu değildir, ama içinde çok ciddi biçimde insan vardır. İnsan doğasına ilişkin güçlü ve zayıf yönleri analiz etmeden ekonomideki gidişatı tam, temiz ve doğru olarak analiz etmemiz mümkün değildir. İnsanı öteki canlılardan ayrıştıran temel özellik, gelecekle ilgili öngörü yapması ve önlemler geliştirmesidir. Herhangi bir veri çalışması yapmadan, verileri bilgiye, bilgiyi anlamaya dönüştürmeden; strateji, taktik ve uygulama üzerinde kafa yormadan doğru iş yapamayız. Duyduklarımızı bir ölçü ve ölçeklendirme sürecinden geçirmeden akışa bırakırsak “vahşi ayıklama” selinde boğuluruz.

Vahşi ayıklama, kurunun yanında yaşın yandığı bir durumdur. Ekonomik anlatımla kaynak israfı yaratan, kaliteli kalkınmayı engelleyen, beklenen refahı geciktiren etkiler yaratır. Ülkemizde, özellikle son birkaç yıldır “vahşi ayıklanmanın hızlandığını” söyleyenler çoğunluğu oluşturuyor. Vahşi ayıklamayı hızlandıran etkenler, satış ve kârlılıkta beklentilerin olumsuzlaşması, özellikle de nakit akışındaki olağanüstü daralma nedeniyle faaliyetini sonlandırma zorunda kalan işyerlerinin artmasıdır. Sahada katıldığımız toplantılarda, erken emeklilik yasasının işveren işçi ilişkisini bozduğu, iş yeri aidiyetini koruma ve geliştirme koşullarının hızla bozulduğu yüksek tonda dile getiriliyor. İkincisi, tedarik zincirinde geleneksel ve yasal kuralların hızla bozulmasıdır. Tedarik zincirinde termin aksamaları, imkânı olanların bile ödemeden kaçınması, finansman maliyetini başkalarının omuzlarına yükleme eğilimi giderek güçleniyor.

Mal ve hizmet üretiminde kalite saptırmaları hızlanıyor. Makroekonomik veriler üzerine alabildiğine odaklanan söylem, işletme ölçeğinde “yapılacak hiçbir şey yok” algısını güçlendiriyor. Medyanın bütün kanallarının beslediği bu eğilim, “olumsuz beklentiyi” alabildiğine yaygınlaştırıyor. İş yeri yöneticileri “geri çekilme planı” yapmamışsa, “planlı ve ehlileştirilmiş ayıklama” süreci yerine, işyeri sahip-yöneticilerinin ve profesyonellerinin panik halinde “en değerli varlıklarını en başında elden çıkarması” durumu öne çıkıyor. Vahşi ayıklamanın zararlarını minimize etmenin yolu, makroekonomik veriler kadar, işyerinin “olanak ve kısıtlarını” sistemli biçimde sorgulamaktır.

(II)

KENDİMİZİ SORGULAMADAN NE YAPILABİLİR?

İşyerlerindeki vahşi ayıklanma zehrinin panzehri kendimizi bilmektir. Makroekonomik veriler üzerinde yoğunlaşan söylem, işyeri yönetimlerinin kendi “olanak ve kısıtlarını sorgulamadan” suçu bir dış düşmana yükleyerek rahatlama eğilimini de güçlendiriyor. Her büyük krizin “ayıklama alanı” olduğu gibi ,“uyum alanı” ve “fırsat alanları” da vardır.

Sahada gerçekten önemli sıkıntılarla yüzleşen “reel sektör aktörleri” öylesine bir “yakınma girdabına” kapıldı ki, kriz koşullarına uyum için olanak ve kısıtlarının ne olduğunu, yeni dalganın yarattığı olası fırsatlar hakkında ne düşünüldüğünü sorguladığımızda rahatsızlık yaratıyor. Açıkça söylenmese bile üstü kapalı “gerekçelerden” anlaşılıyor ki“Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde” kalkanı ardına saklanma gibi tehlikeli bir yöneliş güçleniyor. İş insanlarımıza yurtiçi rakipleriyle ilgili hangi verilere sahip olduklarını, yurtdışı rakipleriyle ilgili açık kaynak taramasını sistemli yapıp yapmadıklarını soruyoruz. Özellikle Ar-Ge, tasarım ve inovasyon açısından ciddi periyodik yayınların incelenip incelenmediğini sorduğumuzda aldığımız yanıt tatmin edici düzeyde olmuyor.

Küresel anlamda geçerliliği olan muhasebe sistemine sahip olanlar azınlıkta. Yapılan işle ilgili reçete oluşturmaya yetkinliğine sahip işyerlerinin çoğunlukta olmadığı söylenebilir. İşyeri yararını en çoğa çıkaracak fiyatlandırma ölçeklemesi yapma mekanizmasına sahip olan işyerlerimiz sınırlı. İşinin ehli satış ve pazarlama uzmanlığını kullanabilen işyerlerimizin de belirleyici ağırlıkta olduğunu söyleyemeyiz.

Kârlılığı artıracak olan satın alma donanımına, iş akışını hızlandıracak iç ve dış lojistik akışını kolaylaştıran altyapılara ve işleri gözleme, izleme ve etkinleştirmeyi kolaylaştıran değişik programlara sahip olduğunu özgüvenle ileri süren iş yeri yöneticileri de kritik eşiği aşacak çoğunlukta değil. Ekonomi konusunda sorumluluğu olan bütün odakların, makroekonomik veriler kadar işyerlerinin kendine özgü verilerini sorgulama gündemi oluşturmalarının hayati önemini tartışmalıyız.

Büyük rekabet gücünün işyerinin olanak ve kısıtlarını net bilme noktasından başladığını, bunun için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini bilmeliyiz. Doğru çözüme giden yol, makroekonomik verileri elbette ki ciddiye almaktır, ama içerde yapabileceklerimiz ve yapamayacaklarımızı sorgulama disiplini asla ihmal edilmeden. Yeni gündem saha-odaklı, yereli önemseyen bir omurga üzerinde inşa edilmeli.

(III)

GÜNDEMİ VE ÖNCELİKLERİNİ BELİRLEMELİYİZ 

Yeni gündem, siyasi partiler, iktidar bloku, bürokrasi, iş dünyası yöneticileri, iş dünyası sivil toplum örgütlerinin başında bulunanlar, çok değişik medya kanallarında kamu entelektüellerinin ortak sorumluluğudur. Makro iktisadi veriler ve siyaset, doğası gereği, gündemde hak ettiğinin ötesinde pay alıyor. Krizleri en az kayıpla aşmak, vahşi ayıklamayı ehlileştirilmiş ayıklamaya dönüştürmek, kaynakları etkin ve verimli kullanmayı gerektirir. Kaliteli iş yönetimi de, yereldeki gücü harekete geçirebilmektir. Yereldeki güç de, sert söz, kulağa hoş gelen slogan, anlamsız yakınma ile üretilemez. Yerel gücü harekete geçiren proje geliştirme yoludur. Sövene değil, yol gösterene değer veren toplumlar hak ettiği refaha ulaşır.

Küçük çiftçi örgütlenmesinden hizmet işletmelerine, imalattaki küçük ve orta boy işyerlerinden büyük ölçekli kurumsal yapılara, makroekonomik verilerden işletme içi verilerini sorgulamasına evrimleşen bir yönelişi güçlendirmeliyiz. Kimse, “kötülük çıplak gelmez, üstüne kutsal şallar örter” şark kurnazlığına prim vermemeli… Kimse, “kol kırılır yen içinde kalır” diyen geleneğin ilkesiz gizliliğine tutsak olmamalı. Kimse kendini sorgulamadan hakikat ve erdeme erişilemeyeceğini bilmezden gelmemeli. Son dalgayı da kaçırmak kader değil… Gelin hep birlikte çıkış yolunu arayalım!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar