Sosyalizm sonrası distopya
Şaşırtıcı gelebilir ancak sadece bugün değil 20. yüzyıla girildiğinde de büyük proje, “grand design” olarak sosyalizm tanımı berrak değildi. Hiçbir zaman berrak değildi ama o günlerde yükselen ve entelektüel akımların bazılarıyla çakışan işçi sınıfı hareketlerinin ağırlık merkezi “kızıl bayrak” idi. Dönemin sosyalizmi proletaryanın hareketiydi, bayrağı ve sloganları belliydi ve umulurdu ki sadece bir “süreç” olmayıp nihai “amacı” da belli olsun. Liberal-işçi koalisyonları dağılıyordu. Bu bir momentum idi. Bir uğrak yüksek bir hızla ve ivme kazanarak sonuna doğru gidiyordu. Böyledir: 10-15, en fazla 20 yıl sürer. 1914’te bu moment bitti. Bitişin “maddi” bir nedeni vardı ve Lenin bunu yazmıştı: İşçi sınıfının bir bölmesi emperyalist yağmadan pay alıyordu. Doğru muydu bu? Tartışmalıdır.
Ama yazmadıkları belki daha önemliydi. Sosyalizm fikri ve sosyalizm bayrağı Avrupa’da hızla yükselirken ve işçi sınıfları örgütlenirken bu dinamiğin reaksiyonu da doğmuştu. Milliyetçilik –ki ırkçılığa açıkça merdiven dayamıştı, Katoliklik –ki özellikle Rerum Novarum sonrası Latin Amerika için önemliydi, “yeni sağcı” –ama kendisini öyle görmeyen- aydın dalgalarıyla kültürel bir romantizmle bezeli rakip ideolojik hegemonyalar doğuruyordu. Sosyalistler arasında da etkisi vardı ve olmaması mümkün değildi. İşçiler ve köylüler 1914’te “savaşa hayır” demeyince momentum bitti, yarım yüzyıllık dönem kapandı. Daha şaşırtıcı olan, çok daha ciddi bir disiplinin, ekonominin de gelişmeleri –bu sefer farklı bir yönde- anlama konusunda sorun yaşaması oldu.
Örneğin ekonomik açıdan tatmin edici bir sosyalizm tanımı hiçbir zaman yapılamamıştı. Sosyalizmle komünizm arasındaki ayrım da net değildi. Ayrım çizgisi sosyalizmde üretim araçlarının/üretim mallarının kamusallaştırılmasına karşın tüketim mallarının özel mallar olarak kalacak olması ama komünizmde onların da bir biçimde kamusallaştırılacak olması mıydı? Nasıl? Ayrıca üretim malları kamulaştırılınca tüketim malları tamamen özel kalabilir miydi? Sosyalizmde ücret ödenecek olması –ilk aşamada “değer yasası” geçerli olacaktı- ama komünizmde doğrudan ayni ödeme yapılacak oluşu mu asıl ayrımdı? Sosyalizmde herkese eşit/aynı/tek ücret mi ödenecekti yoksa yeteneğe ve çalışmaya göre ücretler farklılaşacak mıydı? Eşitlik ücrette mi refahta mı fırsatta mı kapasitede mi eşitlikti veya neydi? Komünizmde ayni ödeme yapılacaksa –para artık kullanılmayacaksa ve mal sepeti tercihi de yapılmayacaksa- doğrudan dağıtılacak mallar ‘her rasyonel insanın tercih edeceği mallar’ (primary goods) mıydı? Doğal birincil mallardan mı yoksa sosyal birincil mallardan mı veya her ikisinden mi bahsediyorduk? Lüks mallar ne olacaktı? Diğer tercihler ne olacaktı? Fiyatı veya üretimi için homojen emek cetveliyle çalışma zamanı gereksinimi eşit olan iki gömlekten sarı olanını mavi olanına tercih ediyorsam ne olacaktı? Bütçe kısıdı içinde kalarak n mal tercih eden birisine karşılık başkası bambaşka m mal seçemez miydi? Teknoloji ileri olduğu için bolluk olacaksa işler nasıl yürüyecek, mesela bu durumda teşvikler nasıl tasarlanacaktı? Yoksa yeni düzenin süper insanları teşvike ihtiyaç duymayacaklar, maddi özendiriciler hızla gereksiz hale mi gelecekti? Bolluk ne demekti? İhtiyaç ne demekti? ‘İnsan ve şeyler’ arasındaki ilişki nasıl bir ilişkiydi veya olacaktı? Kamu malları (public goods); özel ödeme yaparak ortak kullanılabilecek mallar (club goods), ortak (daha doğrusu orta malı olan) mallar (common goods) ve özel mallar (private goods) ayrımını bile genelde net biçimde yapamayan sosyalist düşünürler bazen de ütopyacı sosyalist Fourier’de olduğu gibi aşırı detaya kaçabiliyorlardı.
Tugan-Baranovsky bu durumu derli toplu biçimde anlatır. Ancak Tugan’ın kendi tanımının da faydalı olduğunu söylemek güç çünkü bu tanım da bireylerin eşit hak ve yükümlülüklerle sosyal çalışmaya katılacakları ve çalışmalarının meyvelerinden paylarını alacakları bir toplumda sömürünün mümkün olmayacağını söylemekten ileri gitmiyor. Trotsky dâhil dönemin çeşitli önemli sosyalistleri için sosyalizmin ne olduğu konusunda net olmayan ifadeler ve anlam kaymaları genel geçer sayılabilir. Örneğin bir iddiaya göre maddi refaha kavuşulunca toplumun tümü rahatlayacaktı ve insanın insanla savaşına gerek kalmayacaktı. Yani Hobbes’un bahsettiği ‘doğal durum’ –state of nature- gereksiz hale gelecekti. Ancak insanın insanla savaşının tek nedeni maddi zenginliğin sınırlı oluşu, refahın nesnelerinin ve gücün sembollerinin rakip (rival) ve dıştalayıcı (excludable) mallar olmaları mıydı? Kıskançlık (invidia) ne olacaktı? “Yedi Ölümcül Günah” boşuna mı sayılıp dökülmüş, bunlara karşı vaaz edilen erdemler binlerce yıl anlamsızca sıralanan isteklerden ibaret mi kalmıştı? Öte yandan ‘doğal durum’ olmayacaktı ama acaba yeni düzende ‘doğal haklar’ olacak mıydı? Doğal hakların varlığı devlet öncesine, yani ius divinium/ius naturale’ye geri dönüşü, ius humanum/ius civile/ius positum’un terk edilmesini mi vaaz edecekti? Sonuçta asgari düzeyde sağlanacak ihtiyaç maddeleri bolluğu temeli üzerinde bir meritokrasi mi doğacaktı? Aksi takdirde sosyalizmde “Aristo, Marx insanlığın ortalaması olacak, onların üzerinde yeni tepeler yükselecektir” demenin mantığı ne olabilirdi? Trotsky 1923 yılında aynen bunu yazmıştı. Herkes insan olarak, doğum hakkı nedeniyle eşit mi olacaktı, yoksa yeteneklerimiz bize mi ait olacaktı ve bunun karşılığında daha fazla refaha kavuşabilecek miydik? Hepimiz eşitsek bu Kantian bir “doğuştan eşitlik” temelinde miydi yoksa Serge-Christophe Kolm’un Budist esinlenişinde olduğu gibi aslında hepimiz temelde “aynı” miydik? Gerald Allan Cohen’in unutulmaz biçimde formüle ettiği gibi ‘kendimizin sahibi miydik’ yoksa kendi öz sahipliğimiz –self-ownership- de kısıtlı mı olacaktı?
Sosyalizm 1914 öncesinde çok yaygın bir siyasal akımdı ancak sosyalist entelektüellerin dahi tümü belirsiz formüllerle ikna olmuyordu. Örneğin büyük ekonomist Tugan-Baranovsky genel olarak Antik dünyanın estetiğine övgü yağdırırken –küçük bir kent olan Pompei’den bahseder- aynı yerde sosyalist toplumun nelere önem vereceğini anlatır ve sosyalizmde oluşacak medeniyet halini Rönesans İtalya’sının şehir devletlerine benzeterek devamlılık hipotezine uyan bir girdi yapar. Ayrıca ‘modern sosyalizmin neşeli ve kendisine güvenli bir hümanizm, güzel bir rüya olan İtalyan Rönesans’ına bir geri dönüş’ olduğunu da ekler. Tugan’a göre sosyalizm bu nedenle ikna ediciydi, güçlüydü ve bireyin ezilmeyeceğinin garantisiydi. Rönesans’a geri dönüşten başka ‘hangi toplumsal ideal 20. Yüzyılın başında sadece proletaryayı değil tüm sınıfların en üstün insanlarını’ kendisine bağlayabilirdi? Kısa süre sonra fiilen var olan sosyalistlerin ve sosyalizmlerin kendi hümanist ve Kantian yaklaşımıyla ilgilerinin olmadığını veya kalmadığını düşünecek ve uzaklaşacaktır.
Bunlar böyle oldu ve büyük proje olarak evrensel geçerliliğe sahip olma iddiası çöktü. Ancak bundan dolayı işler düzelmiş olmayıp projesiz kalan ve son 200 yılda nüfusu aşırı artan insanlığın büyük çoğunluğu için gelecek risklerle dolu görünüyor. Distopyaların bu kadar yaygınlık kazanmasının nedenleri de kimsenin pek ilgilenmediği Slavyofil –Batıcı olmayan ve anti-Marksist karakterdeki- Rus etnopolitik düşüncesinin –mesela en büyük örneği Lev Nikolayeviç Gumilëv- bu derece yaygın olmasının nedenleri de burada yatıyor olabilir.